10 Nisan 2016 Pazar

Neden Yazıyorum? (Orwell) - Yazma Sanatı (Stephen King) / Yazarlık ve Yazma Üzerine

Kitap okumaya çok erken yaşlarda başladım. Beş yaşında okumayı çoktan sökmüştüm ve bunu gören ilkokul öğretmenim okumanın bende şevke dönüşmesi için bir sürü kitap verdi. Çocuk kitaplarından girip, Türkçe kitaplarını hatmetmekten çıktım. O zamanlar gazeteler ardı sıra çocuk klasikleri falan dağıttığı için şanslıydım. Daha üçüncü sınıfta basitleştirilmiş çevirisiyle bile yine bir üç yüz sayfayı bulan Don Kişot'u okudum. Okuduğum hikayeleri, romanları yaratan hayal güçlerine hayranlık beslemem ve benim de bu sanata yönelmem çok gecikmedi aslında. İlkokulda yazdığım ilk şeyin "Ali'nin Masası" diye şimdi çok güldüğüm bir hikaye olduğunu hatırlıyorum. Masada duran kalemi, silgiyi çeşitli şeyleri konuşturmuş, hem onların kendi aralarındaki tartışmalarını yürütmüş hem de kafamda yarattığım o Ali'yi anlatmıştım kullanılan eşyaların dilinden. Sonra bir dönem evde elime geçirdiğim kırmızı renkli bir tükenmez kalemle, küçük bir deftere bir şeyler yazmaya başlamıştım. Kitap kapağı kıvamında yazdığım hikayeler için çeşitli yerlerden resim bile kesip yapıştırıyordum. Aynı yıllar kafamdaki dünyaları oyunlaştırmaya başlamıştım. Biraz kardeşimden gördüğüm evcilik oyunları gibiydi bu. Önce evde başladım. Koltuk örtüsünü pelerin yapar, evin bir duvarını kaplayan iki koltuğun o birleştiği kısma oturur onu kah bir uzay mekiğinin kaptan dairesi kah kanatlı bir yaratığın sırtı olarak hayal ederdim. Aranızda bu tip şeyler yapanlar olmuştur belki. Bunları sonra sokağa da taşımıştım. Söğüt ağacını sallarken çıkardığı sesten dolayı çok severdim. Ondan bir dal alır kılıç niyetine havayla dövüşür, o sıralar bayıldığım Kara Murat filmlerindeki figürleri taklit ederdim. Fantastik dünyalarımda kahramanlıklar yapar, şeytanlarla savaşırdım. Bu hayallerimden etkilenip bir şeyler yazdığım da oldu ama ne zaman uzun soluklu bir işe girişsem yaptığım ilerlerken ya araya bambaşka işler girmiş ya da önünü sonunu uzun uzun düşündükten sonra yazmak ilginçliğini kaybetmiş ya da sıklıkla yazdığımı beğenmeyip bırakmıştım. Daha sonra RPG (rol yapma oyunu) siteleriyle tanıştım. Bunlar bildiğiniz PC oyunu falan değiller, Karaktere siz bürünüyorsunuz ve bazen zarlı bazen direk rol yapma odaklı olarak istediğiniz bir dünyanın içine giriyorsunuz. Bu hem bana okuyacak bir sürü yeni fantastik kitap hem de yazarlığımı yönlendirebileceğim bir alan verdi ama doğrudan kitap yazma fikrinden uzaklaştırdı. Sonuç olarak bir iki arkadaşımın son dönemde kitabının çıktığını görsem de henüz ben o konuda tutunabilmiş değilim. Ve hep merak ettiğim büyük yazarların da aynı şeyleri yaşayıp yaşamadığıydı.

7 Nisan 2016 Perşembe

Dünya Sağlık Günü / Sağlık Sistemleri

Bugün Dünya Sağlık günü. Sağlık kurumu bir devletin en önemli yapısıdır. Son demlerinde özellikle topuğundaki olmak üzere çektiği rahatsızlıklardan sonra "Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi." diyerek Kanuni tarafından da sağlığın değeri dile getirilmiştir. Obama'ya seçim kazandıran en önemli etmen sağlık politikalarında yaptığı reform çalışmaları olmuştur. Keza ülkemizde de iktidarın duble yollardan sonra en çok bahsettiği konulardan biri de sağlık sisteminde seksenlerin ve doksanların o kuyruklarına kıyasla yaşadığımız değişimdir. Ülkelerin sağlık sistemleri, ekonomik politikalarına ve siyasete bağlı olarak değişim gösterir. Bizimkinin üstünden ne kadar geçilse de bitmeyen sorunları malum. Bu yazıda biraz diğer ülkelerden bahsedeceğim.

5 Nisan 2016 Salı

Kafamda Bir Tuhaflık - Orhan Pamuk / Türkiye'nin Bir Tuhaf Tarihi

Kafamda Bir Tuhaflık, Orhan Pamuk'tan okuduğum ilk kitaptı ve benim için iyi bir tanışma kitabı olduğunu söyleyebilirim. Yazarın dilinin ağır, anlatımının yavaş olduğu söylenegelmiştir ama bu kitabında anlatacaklarının yoğunluğunun da etkisiyle sıkmayan sade bir kitap ortaya çıkartmış. Orhan Pamuk'a yanlış bir kitapla başlayıp tutunamayanlara, ya da benim gibi ilk okumasını yapacak olanlara rahatlıkla önerebileceğim bir kitap. Kitap bir yaşam öyküsü olmakla birlikte bir dönem romanı. Türk edebiyatında da film dizi sektöründe de bir çok dönem anlatan yapımlar çıktı. Ancak bunlar genelde spesifik olarak bir dönemi anlatmayı seçerlerdi. 50ler ve 60ları anlatan "Ben Onu Çok Sevdim" adlı Menderes'i anlatan dizi, 70 ve 80leri anlatan "Hatırla Sevgili", "Çemberimde Gül Oya" ve komedi dizisi olarak yeni bir yorum katmış olan "Seksenler" bir dönem atvde çıkan "Doksanlar" dizisi gibi. Ama Türkiye'nin yakın dönemini tek bir öyküde toplamak 60ların sonlarından aldığı hikayeyi 2012'ye kadar ulaştırmak yazar adına güzel bir başarı olmuş. Perde arkasında dönemi anlatarak ilerlettiği hikaye bana Khaled Hosseini'nin kitaplarını hatırlattı. Mevlüt benim neslimin babalarının neslinden geliyor tam. bu yüzden kitabı okurken sık sık evde dinlediğim hikayeleri tekrar yaşıyor gibi oldum. Bu yüzden bu yazı hem kitap yorumu hem de kendimden hikayeler olacak. Kitabın kurgusunun ana çatısını anlatmayacağım, o yüzden rahat olun.

2 Nisan 2016 Cumartesi

Mucize - R. J. Palacio / Otizm Farkındalık Günü ve Bir Engellinin Yaşamı Üzerine

1980'de yayımlanan kitap uyarlaması Elephant Man'i duymuşsunuzdur. Film antropolog Ashley Montagu'nun anlattığı gerçek bir yaşam öyküsünden uyarlanmıştır. David Lynch'in yönetmen koltuğunda oturduğu film suratı deforme olmuş, parlak zekalı bir adamın hayata tutunma çabası anlatılır. İnsanlar onun hiçbir yönüne bakmaksızın sadece suratıyla yargılar. Onu sergilemeye üzerinde çalışmalar yapmaya çalışır. Oysa fil adamımız görünümü dışında normal biri olduğunu, onlardan farkı olmadığını, bir insan olduğunu ısrarla anlatmaya çalışsa da bir türlü bunu başaramaz. Hatta filmin tren garında üzerine insanlar gelmekte olduğu sırada "Ben hayvan değilim. Ben bir insanım." diye bağırdığı bir sahne vardır ki izleyen herkesin yüreği cız eder. Sonu ise oldukça trajiktir. 


30 Mart 2016 Çarşamba

Oğuz Atay & Ahmet Hamdi Tanpınar & İhsan Oktay Anar // Türk Edebiyatı'nın Özgün Kalemleri

Bazı yazarlar vardır ki çağdaşları birbirinin aynı hale gelmiş tarzda yazılar kaleme alırken eseriyle bir farklılık yaratır. Kendi zamanında bazen yeterince anlaşılmazken çağının ötesine geçip bir çok kişiye ilham olur. Türk edebiyatında böyle kelamlar edildi mi akla hiç kuşkusuz ilk olarak Oğuz Atay'ın başyapıtı Tutunamayanlar gelir. Çünkü kitap aynı anda içine tiyatro, şiir ve düz yazı sokulmuş, bir çok alegori ile renklendirilmiş, hiç görülmemiş alaycı bir üslupla acı olaylar anlatılmıştır. Ayrıca pek çok eserden beslenen, onlara göndermeler taşıyan kendince ağırlığı olan bir kitaptır. Absürtlüğü ve farklı anlatımıyla devrinin yazarları tarafından dışlanmıştır. Yayınevleri kitabını basmada türlü güçlükler çıkarmıştır. Devrinde de pek az kabul görebilmiştir. Fakat sonra bugün internet furyasıyla birlikte eski şairlerin, edebiyatçıların ve filozofların özlü sözlerinin, kitap alıntılarının birbiri ardına paylaşıldığı günlerde yeniden keşfedildi. Kitaptan alıntılara herkes hayran kaldı ve gidip alıp okumaya çalıştı ama bu herkesin yapabileceği bir iş de değildi. O kitabı herkesin görmesi, belli noktaları yakalayabilmesi için ön şart bir parça tutunamayan olmaktır. İnsan vardır devrinin içinde, gönül işleri hayat koşuşturmacası derken hiçbir karanlığı görmeden, çok fazla kafa yormadan cahil ama mutlu yaşar gider. İnsan vardır gerçeklik hastalığı olarak sıkça bahsettiğim bu dünyanın acılarına vakıftır, diğerlerinin yakaladığı şeyleri yakalayamaz, yakalasa da keyif alamaz. Kendini bir kalıba sokamaz, giriştiği hiçbir işte, hiçbir hedefinde tutunamaz.

27 Mart 2016 Pazar

Tiyatrolar Günü Kutlu olsun! / Eski Türk Oyuncuları


Bilindiği gibi bugün Tiyatro Günü. Tiyatro artık halkın tabanı tarafından unutulmaya yüz tutmuş, entellerinse bir parça gösteriş için gittikleri bir faaliyet olarak kaldı. Eskiden sinemalarda gördüğümüz oyuncular genellikle aynı zamanda tiyatrocuydular. Tiyatro bir oyuncu için zorlu bir deneyim, çünkü sinemadaki gibi bir çok kez aynı sahneyi canlandırıp en iyisinin seçilmesi yerine aynı sahneyi yine defalarca canlandırıp her seferinde en iyiyi yakalama çabası var. Bu da oyunculuklarını her seferinde daha iyi toparlıyor. Bugün bir Türk filmine bir kez baktıktan sonra tekrar bakmıyorsak, oyunculukta kalite düşmüş, güldürü -birkaç başarılı yapım dışında- sadece cinsellik ve küfürlerle yapılır hale gelmişse, gözlerimiz hep filmin içinde bir Haluk Bilginer gibi eski devlerden var mı diye bakınır olmuşsa bunun sebebi artık oyuncuların tiyatro ile pişmemesidir. Ha o eski oyuncuların bir kısmı tek role hapsedilerek ya da şu an gülmek için baktığımız absürt filmlere katılarak bir parça harcandılar. O da apayrı mesele. Ama yine de gönlümüzde devleştiler. Şimdi o devlerin bir bir yıkıldığı bir çağdayız. Her sene birkaçının ölüm haberini aldık, bir çoğunun da artık yaşlandığını biliyoruz. Bu yazımda o devleri anacağım.

23 Mart 2016 Çarşamba

2016 Bahar Okuma Şenliği Listesi

1. Kategori (10 puan): Olayların bahar mevsiminde geçtiği veya baharı, çiçekleri, börtü böceği çağrıştıran bir kitap.

Kelebek - Henri Charrière

2. Kategori (10 puan): Bir çizgi roman veya manga veya foto roman.

Mesih Savaşı - Marvel

3. Kategori (10 puan): Yaşanmış bir savaşı anlatan bir tarih kitabı veya olayların yaşanmış bir savaş döneminde geçtiği kurgusal bir roman

Kitap Hırsızı - Markus Zussak

4. Kategori (10 puan): Anti-kahraman bir karaktere sahip bir kitap.

Otomatik Portakal - Anthony Burgess

5. Kategori (10 puan): Evde okunmayı bekleyen veya elinizde olmasa da okumak isteyeceğin 10 kitaptan kurayla belirleyeceğin bir kitap.

Şato - Franz Kafka

6. Kategori (10 puan): Yasaklanmış bir kitap.

Çavdar Tarlasında Çocuklar - J.D. Sallinger

7. Kategori (10 puan): "Kadın" temalı bir kitap.

Karanlığın Sol Eli - Ursula Leguin (252 sy) Ayrıntı Yayınları - Okundu

8. Kategori (10 puan): İşlenen suçun cinayet olmadığı polisiye/gerilim türünde bir kitap.

Adrenalin - Jeff Abbott

9. Kategori (10 puan): Gilmore Girls listesinden bir kitap. 

Fareler ve İnsanlar - John Steinbeck

10. Kategori (10 puan): Normalde okumayacağınız veya uzak duracağınız türde bir kitap.

İskandinav Şiir Antolojisi - Özkan Mert (128 sy) - Yitik Ülke Yayınları (Kitaplığımdaki ilk ve tek şiir kitabı)

11. Kategori (10 puan): Mektup veya anı veya biyografi veya otobiyografi türünde bir kitap.

Milena'ya Mektuplar - Franz Kafka

12. Kategori (10 puan): Kitap Ağacı'nın aylık kitaplarından veya herhangi bir Kitap Ağacı Kulübü tarafından Bahar Okuma Şenliği sırasında okunacak bir kitap.

Adalet- Ann Leckie (Bilimkurgu Kulübü)

13. Kategori (10 puan): Basılı tek bir kitabı olan bir yazardan bir kitap.

Kötü Prensesler - Linda Rodriguez McRobbie

14. Kategori (10 puan): Hayvanların ana karakterlerden biri olduğu bir kitap.

Roverandom - J.R.R. Tolkien

15. Kategori (10 puan): Genç yetişkin türünde bir kitap.

Alaska'nın Peşinde - John Green

16. Kategori (10 puan): Olayların Güney Yarımkürede geçtiği bir kitap.

Yüzyıllık Yalnızlık - Gabriel Garcia Marquez

17. Kategori (10 puan): Kendi ülkesinde yaşamayan / yaşamamış bir yazardan bir kitap.

Kafamda Bir Tuhaflık - Orhan Pamuk

18. Kategori (Her kitap 10 puan, 3 kitabı da okuyana ekstradan 20 puan, toplam 50 puan): Olayların geçtiği yerin kitabın isminde yer aldığı üç kitap.

Wigan İskelesi Yolu - George Orwell
Marslı - Andy Weir
Afrikalı Leo -Amin Maalouf

19. Kategori (Her bir kitap 10 puan, tüm kitaplar okunursa ekstradan 30 puan, toplam 60 puan): Kapağındaki baskın rengin kırmızı ve mavi ve yeşil olduğu birer kitap. (Her renkten bir kitap okumanız gerekiyor).

Mucize - R. J Palacio [Mavi]
Ejderhanın Sırrı - Weis &Hickman [Yeşil]
Ejderhanın Hiddeti  - Weis &Hickman [Kırmızı]

20. Kategori (Her bir kitap 10 puan, tüm kitaplar okunursa ekstradan 20 puan, toplamda 60 puan): Şimdiye kadar hiç kitabını okumadığınız dört yazardan birer kitap. Yazarların ikisi Türk, ikisi yabancı, ikisi kadın, ikisi erkek olmalı.

Kayboluş - Georges Perec (310sy) Ayrıntı Yayınları - Okundu
Saatleri Ayarlama Enstitüsü - Ahmet Hamdi Tanpınar (395 sy) Dergah Yayınları- Okundu
Uğultulu Tepeler - Emily Bronte
Adı Aylin - Ayşe Kulin (494 sy) Everest Yayınları - Okundu

21. Kategori (Her bir kitap 10 puan, tüm kitaplar okunursa ekstradan 40 puan, toplamda 80 puan): Ölmeden Önce Okunacak 1001 Kitap Listesinden dört kitap. 

Frankenstein - Mary Shelley
Büyük Umutlar - Charles Dickens
İki Şehrin Hikayesi - Charles Dickens
Siddartha - Hermann Hesse

22. Kategori (Her bir kitap 10 puan, tüm kitaplar okunursa ekstradan 40 puan, toplamda 80 puan): Kendinizin belirleyeceği bir temaya uyan dört kitap.

Gedik Savaşları Efsanesi Kitapları

Büyücü Çırak - Raymond E. Feist
Büyücü Usta - Raymond E. Feist
Gümüşdiken - Raymond E. Feist
Sethanon'da Karanlık - Raymond E. Feist

22 Mart 2016 Salı

Veba - Albert Camus / Savaşlar ve Veba

Bazı kitaplar vardır, sadece belli bir durumda belli bir psikolojiyle okunursa yazarla aranda bağ kurulabilir. Bunu herkes yapamaz, aynı yerden yaralı olmak aynı fikirlerle boğuşmak gerekir. Kitabı anlayabilmek için uğraşan biri olarak yazarın yazdığı döneme, hayatına ve kişiliğine eğilirim. Camus dünyaya 1913 yılında geldi. Henüz bir yaşındayken ilk dünya savaşı patladı. Bu bizim için olduğu kadar Avrupa için de dehşetli bir olaydı. O yaşında babasını kaybetti. Hayatı iki savaş arasının rüzgarlarında geçti, sol ideolojiye kapıldı ama çok da tutunamadı. İkinci Dünya Savaşı yıllarında 1942'de kitabın da geçtiği Cezayir Oran'da bulundu, daha sonraysa Paris'e döndü. Savaşın tüm dehşetini birbiri ardına gelen ölüm haberlerini gördü ve o yıllarda Veba'yı kaleme aldı. One Piece animesini izleyenler bilirler. Orada bir Doktor Hiluluk vardı. Doktorların toplatıldığı ve sadece krala hizmet ettirildiği, halkın hastalıktan kırıldığı bir ada ülkesinde doğru düzgün tıbbi bilgisi bile olmasa da insanları kurtarmaya çalışan bir doktordu o. Nihai amacı ise tüm şehrin ana hastalığını, kalplerindeki yarayı o karanlığı iyileştirebilmekti. İşte Rieux'un Veba ile mücadelesi de böyle bir durum diyebiliriz. O yıllarda dünyanın hiçbir yerinde vebanın yaşandığına dair bir bilgi yok, zaten ölümün çok daha kanlı bir yolu devredeydi. Camus'un kitabındaki Veba dünyanın karanlığıyla savaşın bir meteforuydu. 

15 Mart 2016 Salı

Üçüncü Dünya Savaşı - Burak Turna / Ortadoğunun İçine Düştüğü Cendere

Bereketli Hilal yazımda ortadoğunun bütün güç odakları için nasıl bir öneme sahip olduğunu anlatmıştım. Batı demokrasi sözcüğünü çok sever ve biz cahil doğululara demokrasi dağıtmaya bayılır. Bu çok karlı bir iştir çünkü. Bölgede yaşanan karmaşa organ mafyalarından, ilaçları için denek arayan bilim adamlarına kadar bir çok kişinin işine yarar. Sonra terör ortaya çıkartılır ve çevre ülkeler tehdit altına sokulur. Bu sefer silah tüccarları para kazanmaya başlar. Bölgedeki kara paradan mafyalar kadar onları besleyen devletler de kar payını ceplerine indirirler. Ortalık iyice karıştırıldığında doğrudan NATO ya da Amerika müdahalesi yapılır. Bu sırada bir çok üs yapılır, bölgenin doğal kaynakları ele geçirilir, ülkeler çoğu bize bile açıklanmayan anlaşmalara zorlanır. Sonra bölgeye liberal ekonomi getirilir halk biraz rahat görebilir belki ancak Gordon Gekko'nun konuşmasından bahsederken dediğim gibi liberalizm sadece belli bir azınlığı beslerken diğerlerini uyutmaya yönelik bir sistemdir. Rusya'ya ilk Burger Kings açıldığında adamlar medeniyet sonunda geldi demişlerdi. Çünkü batının liberalizminin o pırıltılı albenisi onlar için medeniyetti. Adamları suçlamıyorum tabii, o kadar yıl her şeyi denk tutmaya çalışan bir hükumetin oluşturduğu inanılmaz basitlikteki bir baskıdan çıktığında ebeveyninin gözetiminden çıkmış çocuklar gibi tüm o parıltılı merak duydukları şeylere saldırmışlardı. Ortadoğunun sözde demokratik bölgelerindeki halk da böyle işte. Çılgın çocuklar gibi batının mallarına uzanıyor, ona özenip gökdelenler dikiyor, bunu yaparken daha da tembelleşiyor ve sistemin çarkı oluveriyor. Fakat bunun acısı sonradan çıkıyor. Bir kaç yıllık rahatlıktan sonra yeniden yoksullaştıklarını, soyulduklarını görüyorlar. Krizler çıkıyor, ekonomileri bozuluyor, halk mutsuz, halk isyanlarda. tüm döngü en başa dönüyor.

12 Mart 2016 Cumartesi

İstiklal Marşı ve Türkiye Tarihi

Bundan 95 yıl önce bugün İstiklal Marşı yazıldı. O günlerde vatan işgal altındaydı. Yokluktan varlık yaratılarak destansı bir savaş başlatılmıştı. İnönü Muharebeleri zamanıydı ve direniş için milli bir ruh oluşturmak çok önemliydi. Çünkü planlar ne kadar dahice yapılırsa yapılsın insanlar piyon değildir, inançlarını kaybederlerse bir kere hiç bir şey fayda etmez o savaş kaybedilir. Kapıdaki Düşman filminde Alman ordularının üstün gücü karşısında giderek güçsüz duruma düşen Ruslar hem halka hem askere moral olması için bir kahraman yaratmaya karar vermişti.  Bir çok yazar ve şair kahramanlık hikayeleri ve duygulu şiirlerini bu dönemde yazdılar. Birinci Dünya Savaşı'ndaki tek gururumuz Çanakkale anlatıldı. Seyit Onbaşı gibi nice kahramanın hikayeleri bir parça da abartı katılarak anlatıldı. O kahramanların çabaları boşa çıkmamalıydı. Çanakkale Geçilmez denilmişti ve bugün masa başında aynı toprakların kaybedilmesine izin verilmemeliydi. Şiirler yazıldı, vatanın önemine bayrağa dair. Öyle coşturucu bir ruhu vardı ki bunların hala okusanız tüyleriniz diken diken olur. Ancak milletin daha yüce bir şeye ihtiyacı vardı. Dilden dile nesilden nesile dolaşacak yeni bir marşa. Durum hayatiydi, eğer bir anlık moral kaybı olursa umutsuzluk çukuruna bir kez düşülürse vatan bir daha geri alınmamak üzere kaybedilebilirdi. Bu propaganda sürecinin son ve en etkili hamlesi olarak düşünülen İstiklal Marşı için bir yarışma düzenlendi. Her biri şaheser bir çok şiir başvurdu ama hiçbir şiir aranan o ruh için yeterli bulunamadı. Bunu gerçekten yapabilecek belki de tek kişi ise işin içine para girmesinden hoşlanmayarak yarışmaya katılmadı önce ama sonra vatan için kabul etti yazmayı. Bitirdiğinde ise "Allah tekrar İstiklal Marşı yazdırmasın" diyebildi. Önce Osmanlı ezgileriyle sonra da modern şekilde bestelenen marşımız bugünlere kadar ulaştı. Halk üzerinde beklenen etkiyi de yaptı. Yunan denize döktüğünde çılgın Türkler beklenmeyen bir zafer kazanmışlardı.

10 Mart 2016 Perşembe

Bitmeyecek Öykü - Michael Ende ve Fantastik Kitaplar / Fantastik Edebiyat Nedir?

23 Nisan yazımda okuma serüvenimden bahsederken Fantastik Edebiyat'ın hayatımda önemli bir yere sahip olduğundan bahsetmiştim. Peki nedir bu fantastik? Modern anlamda Tolkien ile başlasa da aslında masalların mitolojinin ve destanların tarihi kadar eskidir. Üzerinde Tanrıların, anka kuşundan ejderhalara binbir çeşit yaratığın dolaştığı, hayatın bambaşka aktığı büyülü dünyalarda uzun bir yolculuk, türlü maceralar ve aslında bizden bu dünyadan hayatlar anlatılır. Olayın içine katılan doğaüstülük onları gerçekten bütün bütün uzak kılmıyor. Tolkien'in serisinde geçmişte büyük devletler kurmuş sonrasında devletlerini hırsları yüzünden kaybedip darmadağın olmuş cüceler Yahudilerden, Zaman Çarkı'nın Aielleri, Dune serisinde Dune'un yerli halkı Türklerden, Weis Hickman'ın yakın dönemde çıkardıkları Ejderkemikleri serisi gibi bir çok fantastik kitaptaki barbarlar viking ve İskandinav milletlerinden esinlenilmiştir.

8 Mart 2016 Salı

Kadınsız Erkekler - Haruki Murakami / Kadınlar ve 8 Mart

Bir gün sen de kadınsız erkeklerden olacaksın. O gün en ufak bir uyarı, küçücük bir ipucu vermeden; önsezi olarak hissettirmeden ya da içine doğmadan; kapını çalmadan, hiç beklemediğin bir anda seni bulacak. Bir köşeyi döndüğünde, aslında çoktan oraya varmış olduğunu anlayacaksın. Geriye dönmek mümkün olmayacak. O köşeyi bir kez dönünce, orası artık senin için mümkün olan tek dünya olacak. O dünyada sen kadınsız erkeklerden biri olarak anılacaksın.

Kadınlar... İntiharların ve cinayetlerin bir çoğunun sebebi erkeklerin kadınlarla olan bu çarpık ilişkileridir kuşkusuz. Erkekler bir kadına olan tutkuyu dostluklarının, hatta ailesinin önüne koyabilirler. Zaten aile temeli üzerine kurulu toplumlarda kitaplardaki o bitmeyen dostlukları bulmak zor olduğundan karşı cinsle kurulacak bir ailenin zorunlu sürekliliği aranır. Çok kolay kapılırlar, doğa onları güçlü kaslı yaratsa da bir kadının çekimine karşı acizdirler. Arka kapaktan bu alıntı kitaba adını da veren son hikayeye ait ve kitabın genelini özetleyen bir son söz cümlesi gibi. Murakami kadınların gizemli doğalarıyla fazlasıyla ilgili bir yazar.  Bu kitap bir kadının erkeğin yaşamına nasıl dokunduğu ve gün gelip gittiğinde geride nasıl bıraktığı üzerine yedi öyküden oluşuyor. Murakami'nin 1Q84 ve daha bir çok kitabında olduğu gibi kadınlar hikayelerin merkezinde.

4 Mart 2016 Cuma

Lolita & Bizim Büyük Çaresizliğimiz & Vampirle Görüşme / Cinsel Sapkınlıklar ve Pedofili Üzerine

Önceki yazımda bu sene oscarına konu olan ve yakın dönemimizde bizde de sıkça gündeme gelen taciz skandallarıyla ilgili konuşmuştum. Toplumlar ne kadar kuralcı olurlarsa olsunlar tarihin her döneminde ve her ülkede katiller ve hırsızlar çıkabildiği gibi sapıklar da çıkıyor. Bunların bir kısmı doğrudan cinsel istismara yönelirken, bir kısmı bu yönlerini baskılamaya çalışıyorlar. Bir noktada patlak verip olay ortaya çıktığındaysa halk haliyle katillere ve hırsızlara verdiğinden kaç kat fazla tepki veriyorlar. Türkçe'ye Tutku Oyunları olarak çevrilen Little Children filminde teşhircilik yaparken yakalanmış bir karakter tüm mahalle tarafından afaroz edilmiş, herkesin vebalı gibi uzak durduğu biri haline gelmişti. Öyle ki filmin bir sahnesinde sadece havuza girdi diye o ana kadar çocuklarıyla zerre ilgilenmeden oturan ebeveynler bir anda ayaklanıvermişti. O bir istenmeyendi. Kötülük Üzerine yazımda uzunca bahsetmiştim. İnsanlar karanlık yönlere sahiptir ve içten içe herkes bu yönlerinden suçluluk duyar. Bu duygudan kurtulmaları lazımdır ve bunun için kurbanlar seçerler. Toplumun içten içe ahlaksızlığı ve buna karşılık insanları yargılayıp cezalandırışı filmde çok iyi işlenmişti. Damgalama bir suçlunun onu suça iten problemlerden çıkmasını değil bataklığa sürüklenmesini sağlar. Karakter de sonunda intihar girişiminde bulunduğunda ona artık tümden acımaya başlayabiliyorsunuz. Bir sapık, bir suçlu da olsa o bir insan. Onu bu hale getiren sebepler bir yana her insanda olduğu kadar iyi yanlar da var onda.

2 Mart 2016 Çarşamba

Spotlight // Cinsel Taciz ve Din

Bu yıl gerçekten ilk defa Oscar Törenini şu geçit kısmını saymazsak başından sonuna sıkılmadan izledim. Yarı komediye vurularak ülkede siyahi bir başkan gelmemesine rağmen hala değişmeyen bazı durumlar gösterildi. Özellikle sektörde zenci aktörlerin Oscar'da öne çıkamaması eleştirildi. Kimine gerçekten güldüğüm film parodileri yapıldı. Nitekim bundan sonraki yıllarda siyahi dostlarımızı Hollywood ekranlarında daha fazla göreceğimiz kesin. Stephen King'n ünlü fantastik serisi Kara Kule'nin baş aktörü bir beyazken siyahiye çevrildi. J.K. Rowling bile Emma Watson'un yüzüyle akıllarımızda kalan Hermione'yi tiyatroda bir siyahi oyuncuya verdi ve bu kararını kitapta karakterin renginden hiç bahsetmediğini söyleyerek destekledi. Yani "Patron Siyahi Baş Rol İstiyor." ve herkes ucundan kıyısından buna yönelmeye başladı bile. Bu mesele bir yana konursa diğer bir sosyal mesaj da ülkemizde de son dönemde fazlasıyla konuşulan bir konu gündemdeydi: Taciz ve Tecavüz. Lady Gaga tarzından taciz mağdurları için bestelediği şarkı verildiğinde zaten en iyi film ödülünün Spotlight'a gitmesi benim adıma sürpriz olmadı. Oscar'da senaryo, kurgu ve grafik detayları, oyunculuklar ayrı ayrı ödüllendirilirken en iyi film seçerken içerdiği mesaja bakıyorlar genellikle. Örneğin 2009 yılında Titanic ile adını duyurmuş olan Cameron 3D film yaparak bir devrim yapmış olabilirdi ancak o yıl ülke gündeminde Irak'taki askerlerin dönmeleri ve İkiz Kulelere saldırı meselesinden beri içine girdiğimiz yeni soğuk savaş hali vardı. The Hurt Locker tam da buradan yakaladı konuyu ve Irak savaşına giden Amerikan askerlerinin ülkeye döndüklerinde yaşadıkları uyum sorunu anlatıldı. Akademinin yılın teması olarak seçtiği konuyu doğru tutturmuştu ve bir çoğuna sürpriz bir şekilde oscarı kaptı. Bu yıl da benzeri bir durum yaşandı. Sonunda Dicaprio'ya oscarı kazandıran The Reverant ve teknik ödüllerin hemen hepsini kapan Mad Max gibi iki iddialı yapımın karşısında Spotlight sade durgun bir filmdi. Ama içerdiği mesaj onu önemli kıldı.


28 Şubat 2016 Pazar

Dolandırıcı Felix Krull'un İtirafları & Liar Game / Hırsızlık Üzerine II


"Dünyayı küçük olarak mı yoksa büyük olarak mı görmek daha yararlıdır? Bu şu anlama geliyor. Sıradan insanlardan çok büyük farklılık gösteren büyük adamlar, komutanlar, güçlü devlet adamları, iyi yada kötü karakterli fatihler ve hükümdarlar herhalde öyle yaratılmış olmalılar ki dünya onlara küçük bir satranç tahtası gibi görünüyordur. Aksi halde onlar böylesine soğuk böylesine katı ve bireyin refahını hiçe sayan pervasızca bir tutum içinde olmazlardı. Hele bir de onların planlarının dışına çıkılmaya kalkışılsın o zaman vay başımıza geleceklere! Ama diğer taraftan da böylesine kısıtlayıcı bir anlayış kuşkusuz insanın hayatta hiçbir şey yapamamasına neden olabilir. Çünkü kim dünyayı ve insanları az dikkate alır ya da hiç almazsa ve erken yaşlarda bunun önemsizliğini içselleştirirse bütünüyle kayıtsızlığa ve tembelliğe yönelecek ve insan ruhu üzerindeki her türlü etkiyi küçümseyecek ve bu etkinin ortadan kalkmasını tercih edecektir. Duygu yoksunluğu sayesinde paylaşma ve çabalama konusundaki eksikliğini her yerde belli ederek bu iddiayı dünyayı küçümseyip hor görmesi dışında kendisini başarıya götürecek yolları kapatacaktır. 


Dünyada ve insan denilen varlıkta büyük, muhteşem ve önemli bir şeyler görmek daha mı akıllıcadır? Bu durumda bütün bunlar biraz saygı ve itibar görmek için her türlü coşkuya ve insana hizmet eden her türlü çabaya değerdi. Bu görüşle çelişen şey ise bu kadar yüceltici ve saygılı bir görüşle insanın kendi değerinin farkına varamayacağı ve kendisini mahcup hissedeceğidir. O zaman da dünya kendine daha erkeksi sevgililer bulmak için bu saygılı aptal oğlan çocuğunu hiçbir zaman dikkate almaz ve ona sadece gülümseme bahşetmekle yetinir. Ancak diğer taraftan böyle bir güven duygusu ve safdillik büyük yararlar da sağlar. Çünkü kim her şeyi ve insanları ciddiye alır ve önemserse onların duygularını okşamak ve böylece kendisine bazı yararlar sağlamakla kalmaz aynı zamanda da bu kişinin düşünceleri ve davranışları büyük bir ciddiyet tutku ve sorumluluk bilinci kazanır. Bu da onu sevimli ve önemli bir kişi yapar. En büyük başarılara ve sonuçlara götürür."

26 Şubat 2016 Cuma

Zübük & Robin Hood & Arsen Lüpen & Locke Lamora / Zübük'ten Arsen Lupen'e Hırsızlar ve Hırsızlık Üzerine

Adil bir dünyada yaşamıyoruz. İnsanlar tarihin ilk zamanlarından beri hayatta kalmak ve daha sonra da daha iyi bir hayata sahip olabilmek adına kendince yollar geliştirdiler. Elbette bunu yaparken yoldan çıkanlar da oldu. Güç sahibi olanlar bir şeylere zorla sahip olmaya karar verdiler. Gerektiğinde insanları öldürüp korkutarak ilk toplulukları oluşturdular. Ama öldürmeyi bir kere tatmaları onlarda nesiller boyu süren bir kan açlığı doğurdu. Katiller yazımda bunları ayrıntılı olarak anlatmıştım. Bu ilkel açlık sadece kurbanlarını işkencelerle sebepsizce öldüren, onlardan hatıra toplayan çoğu şizofren hasta ruhlu insanlarda yok. Dünya tarihini bir sürü savaşın doldurmasına neden olan bu açlıktır. Bugün Amerika ve Avrupa zaten halihazırda Ortadoğu coğrafyasının kural koyucuları durumundayken yine de kanın hala durmuyor olmasının sebebi yine bu açlıktır. Eşitlik, adalet, demokrasi kavramlarıyla anılan Fransız İhtilali, ya da Rusya'daki Bolşevik İhtilali çok büyük kaosa neden olmuştur. Tarihte devrim tarzı tüm olaylarda insanların kan açlığı ortaya çıkar ve sadece gerçek suçlular değil bir çok masumun canı o güç sarhoşluğunda alınır. Yetmişlerde ideolojik fikir ayrılığının biraz ittirmeyle iç savaşa dönmüş, insanlar bilip bilmeden can almaya başlamıştır. Dünya soykırımlara da tanık olmuştur. Kah Cengiz han dünyayı kasıp kavurmuş, insan hayvan dinlemeden katliam yapmış kah Naziler saf ırk uğruna dünyayı kirlettiğini düşündüğü Yahudi, Çingene ırkların ya da sakatların ve yaşlıların yaşamaması gerektiğine karar vermiştir. Bir tanesinin bugün yıl dönümü. Hocalı katliamında acı çeken Azeri kardeşlerimizi üzüntüyle anıyoruz.

22 Şubat 2016 Pazartesi

Kara Kız - Bernard Shaw / Tanrı'yı Arayış

Kara Kız bir misyonerle karşılaşıp onunla din hakkında konuştuktan sonra Tanrı'yı aradığı bir yolculuğa çıkan kız hakkında. Önceki yazımda bahsettiğim Kabil tek bir karakter üzerinden tüm bir din tarihini anlattığı gibi Shaw da Kara Kız'ı ile dünyanın din konusunda değişen paradikmalarını gösteriyor bize. İncil'in kıssalarını yalanladıkça İncilden bir kısım toz olup uçuyor. Sonunda incil bitiyor bu sefer bilime ve sonunda müslümanlara doğru akıyor konu. Ayrıca kitap bir kara kızın gözünden anlatılmış, kendinden tamamen farklı bir din ve kültür  yumağı ile tanışan bir kızın sorgulaması olarak ayrıca dikkat çekici. Önceki yazımda değindiğim gibi dışarıdan beyaz adamın getirdiği din ve ideolojiler eleştiriliyor. Yine önceki yazımda bahsettiğim gibi dinin siyahiler için ayrı bir anlamı var. Din onlar için bir seçim değil zoraki bir kabulleniş oldu çünkü. Elli sayfalık bu öykü hakkında bol spoiler içerecek yazımda kısaca bu anlatılanları kendimce çözümleyeceğim. 

17 Şubat 2016 Çarşamba

Kabil - Jose Saramago & Beşinci Dağ - Paulo Coelho // Tanrı ve Kötülük Üzerine

Latinler tarihleri boyunca pek çok acı çeken halklardandır. Siyahi değiller belki ama beyaz da sayılmadıklarından ikinci sınıf kalırlar. 1800lerde İspanya ve Portekiz sömürgesi iken gerek zorla, gerek misyonerlik çalışmalarıyla Hristiyanlaşmışlardır. Akabinde yükselen devrim rüzgarına kapılmış, kıtayı kontrol altına almaya çalışan Amerika'ya karşı savaş vermişlerdir. Bu süreçte devrimleri de görmüşlerdir, karşı devrimleri, darbeleri de. Bizde seksen döneminde yapılan işkencelerin bir benzerini belki de daha fazlasını yaşamışlardır. Amerikan vatandaşı Latinler ise tıpkı zenciler gibi kenar mahallelerde arka sıradakiler dizisi kıvamında hayatlar sürmüşlerdir. Zaten Latin bölgelerinde bir çok zencinin yaşadığını ve kültürlerinin iç içe geçmiş durumda. Kaderleri de yolları da ortak. Tüm bunlar onların dine bakışlarını etkilemiş elbette ve genel olarak eserlerinde özellikle kötülük problemine değindiklerini görüyorum. Bu yazımı bu konudaki iki uç esere ayırıyorum. Her ikisi de kutsal kitaplarda adı geçen birer kişinin hayatını hikayeleştiriyor.

14 Şubat 2016 Pazar

1Q84 - Haruki Murakami & Kralkatili Güncesi - Patrick Rothfuss / Kadınlar ve Bir Tutam Aşk

1Q84 Murakami'nin baş yapıtı olarak bilinmeyi sonuna kadar hak eden çok farklı bir kitap. Üç kitaplık bir seri olarak satıldığı gibi tek kitaplık bir cilt halinde de satılıyor. Ben ciltli halinden okumuştum. Zaten kitaplar bir sayfa çevirir gibi birbirini izlediği için bir arada okumak en doğrusu ama kalınlığı ile göz korkutabilir. Kitap aslında bir çok şeyden bahsediyor. Ucundan Japonya'yı tanıtıyor, 1984'te Orwell'ın karanlık bir gelecekle işaret ettiği ilk bakışta o kadar da farklı olmayan bir dünyayı bize anlatıyor. İki farklı karakterimiz var. Karakterlerimizden biri bir kadın ve diğeri erkek ve yazar başta hiç acele etmeden bu iki cinsi anlamamızı sağlamaya çalışmış. Ben bu yazıda özellikle Aomame'ye deneyeceğim. Tengo ile ilgili sadece şunu bilmek yeter sanırım. Hayatına üç kadın giriyor. Biri yüzünü bile hatırlamayacağı bir yaşta ölen ve babası olmayan bir adamın memesini emdiğini hatırladığı annesi, diğeri ilişkileri sadece ve sadece tek bir kez el ele tutuşmaktan ibaret olan ilk ve tek aşkı, sonuncusu ise kitabını edebileştirmek ve mükemmelleştirmek için yakınlaştığı disleksi hastası bir kız.


2 Şubat 2016 Salı

Kıyamet Senaryoları IV - Zombi İstilası

Güncel olarak internette dolaşan inanışa göre zombi aslında kökeni voodoo adetlerine uzanan bir mit. Bilinen ilk şekli dnd oynayanların iyi bileceği necromancerların yaptığı gibi ölülerin bilinçsiz saldırgan varlıklar olarak diriltilmesi. Drizzt serisini okuyanlar necromancerlarla bolca karşılaşmışlardır. Bunun yanında Vertigo denen bir tür daha var. Bu ise yenilen şeylerin ruhu etkilediğine dair bir inanıştan geliyor. Bu inanışa göre bir başka insanı yiyen kişi o kişinin yeteneklerini alır ve bunu yapmaya devam ettikçe değişim geçirir yozlaşır nihayetinde vertigo denen zombi tarzı yaratıklara dönüşür. Sürpriz bir şekilde çıkıp Until Dawn adlı oyunun ana hikayesini oluşturan bu yaratıklar oyunda fazlaca golluma benzer şekilde resmedilmişti. Smeagol'ün de kardeşini öldürmesi, daha sonra çiğ etle beslenmesi, yüzüğün yozlaştırıcı etkisiyle birleştiğinde Gollum olduğu düşünülürse yazarın vertigo mitinden etkilenmiş olabileceğini akla getiriyor. Zombi miti buralardan Hollywooda, çizgiromanlara ve kitaplara taşınıyor. Bilinen ilk örnek Mary Shelley'in Frankenstein romanı. Daha sonra pek çok uyarlaması yapılmış ve Van Hellsing gibi pek çok filme de yan karakter olarak sokuşturulmuştur. Tim Burton ise onu Frankenweenie olarak yeniden yorumlamıştır ki o yönetmenin her filmi kendine özgü tarzıyla ayrı ayrı efsaneler. The Nightmare Before Christmas ve Corpse Bride filmlerinde de zombi tarzı karakterler görmek mümkün.


1 Şubat 2016 Pazartesi

Mad Max & Fallout & Richter 10 / Kıyamet Senaryoları III - Nükleer Postapokaliptik Evrenler

Kıyamet senaryolarının yanında bir de kıyametin kopup bittiği dünyanın yıkımdan sonra yeniden az sayıda insanla devam ettiği senaryolar vardır ki bunlara kısaca post-apokaliptik yapımlar diyoruz. Modernitenin yarattığı yeni korkulardan en büyüğü kuşkusuz nükleer bomba. Truman bu hadiseyi gayet pişkinlikle "Tarihteki en cesur bilimsel kumarı oynadık, 2 milyar dolar değerinde bir bahis ve kazandık." diye açıkladığı ve nitekim Amerika'nın dünyayı yöneten bir güce dönüşmesini sağlayan o muhteşem ezici güç. Einstein eğer üçüncü dünya savaşı olursa bir sonraki savaş çakıl taşlarıyla olur demesiyle bu ihtimal insanların içini ürperten senaryolara konu olmuştur. Nükleer bomba vurulduğu anda öldürmekle kalmıyor sonraki nesilleri de etkiliyor bunu da unutmamak lazım. Hibakusha dediğimiz bazısı hala yaşayan insanlar dayanılmaz acılar ve deformasyona katlanmak zorundalar. Bunun tüm dünyada olmasıysa hayal edebilecek en korkunç kıyametlerden biri. Daha önceki yazımda bahsettiğim The 100 ve Shannara serileri böyle dünyalarda geçiyor. Bu konuda bilinen yapımlardan son filminin aksiyonu başımı ağrıtacak kadar kesintisiz olan -ki bu benim için bir eksiydi- Mad Max serisi. Su yok, her yer çöl, dünyada eski barbar düzenlere dönülmüş ve her yer deli dolu. Bol bol aksiyon sokuşturulmuş bu dünya türü sevenler için ideal ve yaratıcı. Bizim mehteran orduyu nasıl coşturuyorsa adamlar aynısını metal müzik çalan ve gitarından ateşler falan çıkartan bir maskotla yapmışlar. Dikdatörler orduyu ölüme gönderiyorsa coşturmayı da bilmeli tabii ve bu filmdeki abimiz pisliğin biri olsa da bunu çok iyi yapıyor.

31 Ocak 2016 Pazar

Hayalet Program Daemon- Daniel Suarez // Kıyamet Senaryoları II - Robotlar & Yapay Zeka

Mitolojik kıyametler ve mehdi miti bir yana insanlar yeni şeyler buldukça yeni risklerle karşılaşmışlar ve yeni kıyamet senaryoları üretmeye başlamışlardır. En ilginçlerinden biri Revolution dizisidir. Elektrik çağımızda artık hava kadar, su kadar kaçınılmaz bir ihtiyaç. Etrafımızı tümüyle sarmış durumda. Kısa süreli kesintilerde bile ne yapacağımızı bilemiyoruz. Sadece hayatını bilgisayar ve telefonla geçiren insanlardan bahsetmiyorum. Tüm dünya için bir ihtiyaç. Bu süre biraz uzarsa hasta yatağında alete bağlı yaşayanların hayatı tehlikeye giriyor, güvenlik sistemleri devredışı kalan bankalar ve dükkanlar soyuluyor. Bir sürü örnek sayabilirsiniz. Böyle bir dünyadan elektriği alırsanız ne olur? Üstelik barajların durması falan gibi bir durum da değil. Var olan tüm elektrik enerjisinin ortadan gizemli bir yok oluşundan bahsediyoruz. Uçaklar bir anda düşüyor, bilgisayar ve telefonlar kapanıveriyor ve saniyeler içinde dünya karanlığa bürünüyor. Sadece bu olayı tertip edenlerin kullandıkları özel bir alet etrafındakileri çalıştırabiliyor. Ortaçağ havasına hızlı bir dönüş yaşamış dünyada yaşam mücadelesi bir yana gizemli olaylar da dönüyor. Dizi bir Hollywood yapımı olunca odak noktası çok hızlı bir şekilde başka yönlere kayıyor olsa da fikir çok güzeldi.

30 Ocak 2016 Cumartesi

Kıyamet Senaryoları & Mehdi / The 100 & Zaman Çarkı & İblis Döngüsü & Shannara

Kıyamet senaryoları tarihte önce dinlerin aklını meşgul etmiştir. Her dinin bazen birleşip bazen ayrılan kıyamet senaryoları vardır. İskandinav ülkelerinin mitlerine göre kıyamet Tanrılar arasında yapılacak son bir savaşla gerçekleşecektir. Geri kalan tüm olaylar adım adım tanrıları bu yola doğru sürükler. Marvel'ın ana konularından biri haline gelen Ragnarok adlı bu savaş 2017 yılında filmleştirilecek. Merakla beklediğim filmlerden. Marvel şu sıra ard arda büyük bombalara hazırlanıyor. Bazılarını batıracağı kesin ama umarım bu Ragnarok olmaz. Yunan ve Roma mitolojilerinde ise kıyamet için bizim kültürümüzde Nuh tufanı olarak geçen büyük bir sel betimlenir. Yunan kültüründe insanlar sık sık Tanrılara isyan etmekte ve onları kızdırmaktadır. Tanrılar en sonunda kızdığında büyük bir sel gönderecektir. İnsanlardan birini uyarır ve felaketten önce bir gemi yapmasını söyler. Yunanlılarda bunun adı Ark olarak geçer ilahi dinlerde direk Nuh'un gemisi demişler. Gemi günler sonra bir dağa oturur. Yunan mitine göre bu dağ Tanrıların Dağı Olimpos'tur. Bu dağ Yahudilerde Van dağı, Müslüman anlatılarında türlü rivayetler olsa da en çok söylenen şekliyle Ağrı dağı'dır. Yaşam dağa yerleştikten sonra bitmemiş kalan türlerle birlikte yeniden başlamıştır. Bugün dünya üzerindeki ırklar da Nuh'un soyundan gelmektedir. Bu mitoloji sadece ilahi dinlerde ve yunan kültüründe değil Çin, Hindistan, Babil, Sümer, Aztek gibi birbirinin varlığından bile haberdar olmayan kültürlerde geçmektedir. Hatta Orhun yazıtlarında "Adamız battı ve biz de buraya göçtük" gibi bir ibarenin bulunduğu geçer. 

24 Ocak 2016 Pazar

Dokuz Parmaklı Kız - Laia Fábregas // Mutsuzluk ve Kötü Sonlar

Poyraz Karayel'in son bölümündeki efsane sahne son zamanlarda sosyal medya ortamlarında epey dolanır oldu. Herkes elbette evliliğe -çıtayı epeyce yükselten tekliflerden biri olmasıyla- odaklandı ama ben o dizide poyrazın tiradlarına ve yaptığı göndermelere bayılıyorum. Yarısı maalesef konulmamış buraya. Mutlu olan kişilerin hikayelerinin bittiğini söyleyen Poyraz araya bir gönderme sıkıştırıyordu. 

Yalnızca gerçek hayatta değil, romanlarda, dizilerde filmlerde de mutlu insanları hiç kimse sevmez. Evinde oturan mutsuz insanları mutlu eden tek şey kendilerinden daha mutsuz insanların hikayeleri olduğundan, ayrıca yazarlarımız genellikle mutsuz insanların hikayelerini anlattığından, parayı bu yolla kırarak mutlu olurlar...


20 Ocak 2016 Çarşamba

Aspidistra - George Orwell / Para Tanrısına Savaş Açan Adam

Gerçek Bir Hastalık Mıdır? yazımda Dostoyevski'nin gerçeklik hastalığı olarak tanımladığı dünyayı gerçek karanlık yüzüyle görebilenlerin durumundan farklı karakter tipleriyle bahsetmeye çalışmıştım. Kısaca anlatırsam bu durum Platon'un mağara örneğine benzer. Modern düzen insana hayaller, uğraşlar, tüketilecek metalarla dolu büyüleyici bir dünyanın gölgelerini sunar. Gölgelerden başka bir şey göremeyen insanlar arkalarındaki zincirleri fark etmediği sürece onlarla mutlu olur. Hayatın koşuşturmacasında bir kez bile durup ne yaptığını düşünmeden ilerler. Ancak bazıları vardır ki dönüp zincirlerini görür. Dünyanın gölgelerden ibaret sahteliğinin ayırdına varır. İşte o gerçeklik hastalığına tutulmuştur ve hiçbir şeyden zevk alamaz hale gelir. Zengin bir soydan gelen Oblomov için bu dünyadaki herkesten uzaklaşarak kendi küçük dünyasına kapanmak olmuştur. Koltuğu ile bütünleşmiş bir şekilde bir kitabın ancak bir sayfasını okuyup sonra tekrar yorulan, kahvaltı yaptığı masaya binbir güçlükle kalkabilen ve dıştaki dünyaya inanılmaz bir korku besleyen bu karakterin kendince bir şansı vardı. Sahip olduğu para bir noktaya kadar onu orada tutabilirdi. Aynı şekilde Alıklar Birliği'nin çılgın akademisyeni Ignatius kitabın başından sonuna sığınacak birilerini hep bulabilmişti. Gittiği her yeri karıştırarak sonsuz bir bencillikle herkesten koparabildiğini kopararak eğlencesini de buluyordu neticede. Yeraltından Notlar'da ise bunların tersine karanlık bir karakter vardı. Öyle ki mutlu olma şansını sıklıkla elinin tersiyle itiyor bundan bir korku duyuyordu. İnsanlara güvensizlikle dolmuştu. Dost cemiyetinde ve özellikle de karşılaştığı, aşık olduğu fahişenin karşısında onların nezdinde tüm dünyaya düzene sayıp dökmüştü. Adına yakışır bir şekilde kitapta gittikçe karanlığa gömülürken kadın belki de onu oradan çıkartabilecek tek kişiydi. Tutunamayanların Selim'inin daha önce intihar etmemesinin sebebi Günseli olmuştu. Aşk da bir başka yalandır elbette ama insanları gerçeklerden uzaklaştıran yaşamına bir anlam katan bir yalandır. Devam ettiği sürece kendine has büyüsüyle yaşamı katlanabilir kılar. Nitekim Oblomov ve Ignatius da sonunda kendilerince aşkı bulmuşlardır. Polisiye diziler içinde benim için hatırı sayılır bir yeri olan Dexter da psikopat tarafından aşk sayesinde çıkabilmiştir

18 Ocak 2016 Pazartesi

Filler Sultanı ile Kırmızı Sakallı Topal Karınca - Yaşar Kemal / Diktatörün Doğası

Uzun bir aradan sonra geri dönüşümü edebiyatımızın günümüzü fazlasıyla iyi tasvir eden bir eseriyle yapmak istedim. George Orwell'ın ünlü eseri Hayvan Çiftliği biz Ortadoğu ülkelerinin coğrafyasına ve geleneksel kıssalarımıza uyarlanmış ve ortaya oldukça anlamlı bir eser çıkmış: Büyük üstat Yaşar Kemal'in onun neden büyük olduğunu daha iyi anlamamızı sağlayan eserlerinden biri, Filler Sultanı ile Kırmızı Sakallı Topal Karınca. Kitapta filler Ortadoğu'da hiç eksik olmayan dikta rejimlerinin hırslı yöneticilerini sembolize ediyor. Özellikle Arap coğrafyasında sık gördüğümüz yöneticileri hatırlattı bana. Karıncaların çalışkanlığını duyan filler sultanı gidip şehirlerini darmaduman ediyor. Sonrasındaysa ilk saldırıyı karıncaların yaptığını kendisinin tamamen savunmada olduğunu iddia ediyor. Karıncalardan başta itirazlar yükseliyor ama fillerin tekrar saldırmasından korktukları için evet biz suçluyduk diyorlar. Filler sultanı bunun üzerine kendi zararını karşılamaları için savaş suçlusu olarak ona bir saray yapmalarını ve ambarlarına yiyecek taşımalarını istiyor. Karıncaların filleri doyuracak kadar yemek toplaması bir de üstüne eşsiz saray yapması imkanın sınırlarını zorlasa da çaresiz kabul ediyorlar. Tek bir kişi hariç. Kırmızı sakallı topal karınca ben bu oyunu bozarım arkadaş diyor ve kaçıp gizli bir yere saklanıyor. Bizim filler sultanı bir taraftan karıncaları sonsuza dek kendi kölesi kılmak için planlar yaparken bir taraftan da Kırmızı Sakal tehlikesine karşı paranoyakça önlemler alıyor. Bu genel çerçeve bize gücün doğası üzerine önemli çıkarımlar veriyor. Buradan sonrası için uyarayım ciddi spoiler vereceğim ve eğer okumak istiyorsanız kitabı okuyup öyle dönün yazıma.