Poyraz Karayel'in son bölümündeki efsane sahne son zamanlarda sosyal medya ortamlarında epey dolanır oldu. Herkes elbette evliliğe -çıtayı epeyce yükselten tekliflerden biri olmasıyla- odaklandı ama ben o dizide poyrazın tiradlarına ve yaptığı göndermelere bayılıyorum. Yarısı maalesef konulmamış buraya. Mutlu olan kişilerin hikayelerinin bittiğini söyleyen Poyraz araya bir gönderme sıkıştırıyordu.
Yalnızca gerçek hayatta değil, romanlarda, dizilerde filmlerde de mutlu insanları hiç kimse sevmez. Evinde oturan mutsuz insanları mutlu eden tek şey kendilerinden daha mutsuz insanların hikayeleri olduğundan, ayrıca yazarlarımız genellikle mutsuz insanların hikayelerini anlattığından, parayı bu yolla kırarak mutlu olurlar...
Durup kendime baktım sonra ve fark ettim ki gerçekten mutsuz insanların hikayelerini daha bir sevmişim hatta burada aklımda yer eden kitapları paylaşırken bol bol onlara yer vermişim. Cam Çocuk tam da böyleydi örneğin. Aslında hastalığın doğası ve bu tip mesaj içerikli kitapların vurucu olması için dramı dayaması sebebiyle ilk sayfadan sonunu biliyordum elbet. Ama yine de o sahnede içim acıdı. AİDS hastalığını anlatan Kurtlara Söyle Eve Döndüm'de de böyle bir durum vardı. Sonunda sizi bekleyen ölümü biliyordum bu yüzden karaktere fazla bağlanmamaya çalışıyordum ama tabii öyle bir dünya yoktu. Yine günlerce etkisinde kaldığım bir yapım oldu. Khaled Hosseini'nin Bin Muhteşem Güneş'i bir başka örnek. Kitap işlediği savaş teması ve ortadoğuda kadının durumunu anlatabilmek için karakterlere olabilecek en büyük dramları art arda yaşatıyor. Meryem gayrimeşru bir ilişkiden doğarak şanssız başlıyor hayata, annesi tarafından onun bildiği tek yolla aşağılamayla yetiştiriliyor, babasının yanında ise istenmeyen çocuk olarak babasının eşleri tarafından dışlanıyor. Oldu bittiye gelen bir şekilde olabilecek en kötü eşe veriliyor. Kitap boyunca daha ne türlü acılar çektikten sonra o zamanların IŞID'i olan Talabani tarafından öldürüldüğünde kitap öyle anlatıyor ki bu onun var olan tek kurtuluşu. Ölmek asla benim için korkutucu bir kabus olmamıştır. Yine de buruk bir tat bıraktığı kesin. Delilikle ilgili yazımda bahsettiğim Guguk Kuşu'nun o çarpıcı finali de Jack Nicholson'un muhteşem oyunculuğu ile filmde öyle iyi yansıtılıyor ki insanın gözlerinin dolmaması elinde değil.
Ülkemiz dram konusunda tam bir cennet. Bol bol da malzeme mevcut. Savaş yılları, kıtlık, krizler, sağ-sol çatışmaları, mafya, darbe dönemleri, terör derken zaten kan acı işkence hiç durmadı. Tarihimiz desen zaten bir dolu savaşla dolu ve özellikle Trablusgarp sonrası bir biri ardına sürüklendiğimiz kanlı savaşlar var. Yetmezse dışarı açılırız Arap ve Türk coğrafyalarında uygulanmış zulümleri anlatırız. Kadınlarımız desen apayrı bir durum. Tecavüzler, ahlaksız teklifler, patron tacizleri, aldatma, kadına şiddet dram müzikleri eşliğinde izleyicilerin beğenisine sunulur. Annelerimiz mendilleri hazırda takip ederler olanları. Biz ki Tecavüzcü Coşkun'un oyuncusundan veli toplantılarında cidden sapıkmış gibi kaçmış, Süleyman Çakır öldüğünde üşenmeyip cenaze organizasyonu düzenlemiş milletiz. Bir şey izlerken öyle haybeye değil içine girerek o dünyayı yaşayarak izleriz. Dramı çoğaltmak için türlü aptallıklarla kendini bataklığa sürükleyen zavallı ana karakterlerimizi ekrana karşı bağıra bağıra uyarır da sesimizi dinletemeyiz. Sonunda ne hayatlar var yahu der kendimize şükrederiz. Bu yüzden tüm dünya milletleri arasında bu türe en meraklı millet olduğumuz kesin. Hal böyle olunca pek çok başarılı yapım ortaya çıkıyor bu yüzden durumdan şikayetçi değilim.

Mesele mutsuz insanların hikayelerini dinlemekte değil dinleyişimizde. Başkasının acılarına bakıp haline şükretmek benim gözümde iki yüzlülüktür. İnsanların acıları mutlu olma bahanesi olarak kullanılamaz. Tersine sırtına yük olmalı. Çünkü her mutlu insan başkalarının mutluluklarını çalarak yapar bunu. Doğada da böyledir bu. Belgeselde hayatını kurtaran ceylan, o gün belki çocuklarıyla birlikte aç yatacak olan aslanın mutluluğunu çalmıştır. Eğer fark yaratmak istiyorsak yapmamız gereken halimize şükretmek değil elinden tutup kurtaracak bir mutsuz aramak olmalı belki de. Tüm parmaklar kopmadan biri elini tutup hiç bırakmasaydı, onu değerine inandırsaydı belki de dokuz parmaklı kızın hikayesi hiç olmayacaktı, hatırlanmayacak benim gibilerce konuşulmayacaktı ama mutlu olacaktı. Maalesef dünyada herkesin elini tutmak mümkün değil ve dünya pembe hayaller için fazla karanlık. Yine de...
Mutlu olalım. Mutlu edelim insanları.
Hoşgeeeldinnn yazılarını okuyan cennetlik! :) Kesinlikle bence de Poyraz 'ın mutluluk üzerine söylediği sözler asıl o sahneyi güzel yapan Bu konuda yalnız olmamak beni sevindirdi ben de bloğumda bir kaç bir şey söylemiştim bunun hakkında .. Malesef ki yaratılış gereği insan mutsuzlukları gördükçe mutlu olmayı başarabilen tek canlı
YanıtlaSilMatrix'te de vardı bu. Önce Cenneti yaratıyorlardı robotlar ama insanlar bundan sıkılıyordu o hayattan bıktıkları için onlara bu dünyanın aynısı verildi. Fazla rahat batıyor bize.
Sil