30 Nisan 2015 Perşembe

Ölü Ruhlar Ormanı - Koloni - 1 Mayıs Devrim ve Darbe Yılları

Geçen yaz hayatımda ilk kez İstanbul'a gitme fırsatı bulmuştum. Aslında çok yanlış bir zamandı. Şehre daha otobüsle giriş yaparken şaşırmıştım bu kadar çok gökdelene. Mandıra Filozofu'nun ikinci filmi nasıl yeşiller içinde bir diyarı göstererek başlar da sonra gökdelenlerin arasına bırakıyordu ya orada filozof Mustafa etrafına nasıl bakıyorsa öyle bakıyordum ben de. Dördüncü Levent tarafında meşhur Safir'in önünde servisten bu ruh haliyle indim. Mezar taşları derler ya klişe olarak harbiden de öyleydi yani. İstanbul büyüyordu belki ama çok şeyi kaybediyordu. Ne gerek vardı bir başka Amerikan özentisi şehre bilmiyorum. Arkadaşıma sordum o bölgede onları her gün diktiklerini ve çok hızlı bir şekilde yükselttiklerini anlattı. Gecekondulardan geceyükseldilere geçiş. İstanbul, hep aceleciydin sen zaten. Şehre indiğim daha ilk dakikalarda bu görüntüler üzerine işçilerin grev yürüyüşüyle karşılaşmak ilginç oldu. 1 Mayıs değildi, gezi dönemi falan hiç değildi ama şehir gizlerini göstermek ister gibi şans eseri karşıma çıkardı bir çok görüntüyü bu da onlardan biriydi. Gökdelenler arasında yürüyen işçiler yel değirmeniyle savaşan Don Kişot gibiydiler. Bazen diyorum haklarıdır dirensinler ve koparabildiklerini alsınlar. Sonra da biraz gerçekçi oluyorum ve düşünüyorum. Sendikalar artık eskisi gibi bir ve tek yürek değil. Çalışma sektörü rekabetçi gruplarla doldu ve herkes kendi konumunu elinde tutmayı daha fazla düşünür oldu. İş üzerinden kollektif bir bilinç yaratma devri bizde artık çok zayıf hasta günlerini yaşıyor, batıdaysa çoktan sona ermiş vaziyette. Yeni modernitede direniş sendika bazlı olmaktan ziyade tersten küreselleşme yani kadın hakları savunucuları, LGBTT, Kürtler Romanlar gibi alt kültürler, işçi vs alt sınıf insanların ve siyasi gerekçelerle olsun dünya görüşleriyle olsun onların yanında yürüyen kalburüstü kesimin ortak paydada birleşmesi üzerine gerçekleşiyor. Ama bu bile somut pek az fayda sağladığı gibi büyük çapta siyasi partilerin ve bir takım provakatörlerin gövde gösterisine dönüşüyor. Kısacası o eski hava yok artık.

27 Nisan 2015 Pazartesi

Dan Brown Kitapları - Sekiz - Assasin's Creed / Masonlar ve Gizli Tarikatlar Üzerine

Malum pek çoğunuzun haşır neşir olduğu U kitap 25 nisan'da davetsiz üyeye açıldı. Ben de elden çıkarabileceğim kitaplara bakarken Dan Brown kitaplarına rastladım. Lise yıllarından kalma bir alışkanlıkla hala okumaya devam ederim kendisini. Kitapları özellikle bizim gibi üçüncü dünya ülkelerinde fazlasıyla gider. Sebebi bir günah keçisi operasyonuyla ilgili. Önceki yazılarımda bahsetmiştim insanlar suçlarından arınmak için ya birilerini günah keçisi ilan eder ya da içlerini kendileri doldurduğu şeytanlarını yaratırlar. Yazarın ve onun yolundan giden pek çoğunun kitaplarına konu olan Tapınak Şovalyeleri, Gül Haç Tarikatı, Opus Dei, Mason Locaları ve son dönemin popüler konusu İlluminati bu konularda biçilmiş kaftandırlar. Özellikle 11 Eylül olayları sonrasında tarihin sayfalarından çıkarılıp tekrar tekrar gündeme geldikleri gibi planlarına dair pek çok komplo teorisi de yürütülmüştür. İnsan genç ve işsiz olunca bu meselelere bolca kafa yorabiliyor. Lisede bu örgütlerin ne kadar gerçek olduğuna fazlasıyla kafayı takmıştım. Dan Brown bana açsam vikipedide bile bulabileceğim bilgiler veriyordu ama en azından tarikatın ismi ve tarihini az buçuk öğrenmiş oluyordum. Popüler kültürün yaygın konularından biri bu masonluk. Onlardan bahsederek çok kişi ekmek yedi, ünlü oldu. Peki gerçekte nedir ne değildir ona bakalım.

24 Nisan 2015 Cuma

Bahar Şenliği Raporu



Sevgili Pinuccia 11 Mayıs'a kadar demiş ama bir kaç kişi hazırlayınca ne durumdayım bakmak adına ben de hazırlıyorum bu ay okuduklarımın listesini. Aynı zamanda şenlik kısmında henüz sahip olmadığım için çekemediğim son kitap kulemi paylaşıyorum. Kitapların bazılarını kütüphaneden edindim. Buradan fantastik kitapları bile -kütüphanede az bulunurlar- rahatlıkla bulabildiğim için Antalya Doğan Hızlan Kütüphanesi'ne ayrıca teşekkürler. Mişima kitaplarını ve Yaşar Kemal'den okuduğum Nuhun Gemisi kitabını da oradan edinmiştim.

Listenin tamamına şuradan ulaşabilirsiniz. Herkese iyi okumalar. 

23 Nisan 2015 Perşembe

Masallardan, Fantastiklere Beraber Büyüdüğüm Kitaplar

Bazı çocuklar annesinden uyku öncesi masal dinleyerek büyümüştür. Benim uyku öncesi anlatıcım dedemdi ve o da masal değil dini kıssalar anlatmayı severdi. Peygamberlerin, evliyaların kıssalarını anlatırdı. Onu da her zaman yapamazdı nazım anca hasta ve uykusuz gecelerimde geçerdi. Diğer masalları okumayı öğrenmemin ardından tattım. Grimm masallarına fena halde sarmıştım bir dönem. Pamuk Prenses, Kül Kedisi, Sindrella, Hansel ve Gratel... Tabii büyükler için olan karanlık versiyonlarını değil, çocuksu hepimizin bildiği sansürlü şekilleriyle okumuştum. Artık ortaya çıktığı üzere bu masallar başta büyükler için yazılmıştı ve fantastik öykü kitabı olarak planlanmıştı. Masalsı evren göründüğünden daha karanlıktı, hatta iyi bildiğimiz karakterler bile masum değildi. Craig Russell bunu konu alıp Kanlı Masallar diye gerilim kitabı yazmıştı ben ilk o kitaptan duydum sonrasında bir çok yerde daha gördüm. Bu masalların hikayeleri önce Disney tarafından sahiplenildi, şimdiyse değiştirilmiş ve uyarlanmış olarak filmleri yapılıyor. Fables diye çizgi romanı ve o çizgi romanın The Wolf Among Us diye Grimm karakterleriyle bir polisiye oyunu çıkmıştı. Once Upon A Time ve Grimm dizilerine konu oldular. Hatta geçenlerde Cinder ve Scarlet diye masalları bir bilim kurgu evrenine dönüştüren kitaplar gördüm ki o zaman daha çok kişinin kardeşlerden ekmek kazanacağını iyice bir anlamış oldum. Aynı şekilde binbir gece masallarının da sade versiyonunu okumuştum. Sonra ciltli haliyle kütüphaneden bulmuştum da gerçekten de Şehrazat'ın o hikayelerle nasıl kendine aşık ettiğini anladım. Bazı hikayeler fazlasıyla erotik göndermelerle doluydu. Hint ve İslam mitlerine dayanan bu fantastik dünyanın da ayrı büyüleyici havası vardı. Elbette hem yerli hem yabancı bir çok versiyonu yapıldı. Ara sıra yapılmaya da devam ediyor. Japonlar Magi adlı animede sadece ismen de olsa kullanmışlar binbir gece evrenini. En son Golem ve Cin kitabının Cin'inin lamba cini olduğunu gördüğümde yüzüme bir gülümseme almıştı. Bir de Rüştü Asyalı'nın o mükemmel oyunculuğuyla can verdiği filmleriyle tanınan Keloğlan Masalları vardı. Onların da bende yeri ayrıdır. Bu cin fikirli çocuk insanı yaratıcı olmaya fena halde teşvik ediyor. Dede korkut masallarını da unutmayalım. Milliyetçi damarım oradan geliyor.

21 Nisan 2015 Salı

Uzun Çorap Pippi - One Piece / Çocukluk Üzerine



Her ne kadar Sineklerin Tanrısı çocukluğun saflığı hakkındaki hayallerimi yıkan bazı anıları canlandırsa da bende hep çocuk kalmak isterdim. Hayat garip. Küçükken ciddiye alınmıyorsun ve sırf sesini duyurabilmek için büyük olmak istiyorsun. Büyüklere hayranlık duyuyor onların elbiselerini giyiyor, onlar gibi davranmaya çalışıyorsun. Ama büyüdüğünde sorumluluklar yükleniyor sırtına ve bıkmaya başlıyorsun. Şarkıda da dediği gibi hayat büyürken çok berbat. Hep çocuk kalsaydım diyorsun. Geri dönüp tekrar tekrar yaşamak istiyorsun o günleri ama geçti artık. Çocuksu davranmana bile çok izin verilmiyor bu hayatta ulu orta yaparsan çocukluklar kaşlar kalkıyor, alaycı ya da onaylamayan bakışlar üzerinize dikiliyor. Yavaş yavaş yapmamayı öğreniyorsunuz. Başka dertleriniz oluyor, unutuyorsunuz çocukluğunuzu. Unutulmamalı anmalı, yeniden hatırlamalı. Hele ki 23 nisan gelirken.

19 Nisan 2015 Pazar

Narziss ve Goldmund - Amélie / İlk Mim Yazım

Vay be abone sayım 60'a ulaşmış. Aklıma şu yandaki pek tatlı arkadaş geldi. Gördüğüm en küçük youtuber olan arkadaş mario delisidir. Bu videoyu paylaştığında bu kadar kişiyi bile büyük başarı olarak görmüş ki keyfine diyecek yok. Sonrasında bu davranışı sosyal medyada ilgi konusu oluyor tıpkı Türk'ün Sanal Dünya ile İmtihanı yazımın diğer kahramanları gibi. Ben de mi yapsam ne. Yok ama şirinlikten kaybediyorum, olanı da kaçar. Zaten konuşmada da pek iyi sayılmam ama onun yerine bir mim yapacağım.  Bloglar birbirlerini tanımak için mim diye bir şey üretmişler, ben daha yeni öğrendim sayılır ama siz iyi bilirsiniz elbet. Adı neden mim olmuş bilen duyan varsa açıklasın. Aslında kaynaşmak tanışmak için eğlenceli bir yol. Forum üzerinden karşılıklı karakterin gözünden olay anlatma şeklinde yapılan rpg sitelerinde bu tip soru sorma başlıkları vardı. Ara sıra o tip soruları cevaplardım. Ama blog için ilk mim olayına Burçak Gülsüm sayesinde girmiş bulundum. Sanırım tam bir blogger olduğumun resmidir. Kendisine buradan teşekkürler. Bu aynı zamanda en kişisel yazım olmuş olacak. Gevezeliği sever bir insan olarak bunu da epeyce uzatacağım muhtemelen. Hadi bakalım. 

18 Nisan 2015 Cumartesi

Kaçak Atlar / Japonya'nın İsyan Tarihi

Bahar Karları'nın devamı olan Kaçak Atlar'ı okurken ikinci dünya savaşı beklemiştim ama daha çok onun öncesini anlatıyor. Kitaptan ve kitabın benim için ilgi çekici yönünden bahsetmeden önce Meiji Restorasyonu'nu anlatmalıyım. Aslında çok yabancı olduğumuz bir durum değil. Atatürk Devrimlerinin Japon versiyonu bir modernleşme hareketidir. İmparator Meiji Japonya'nın yeni dünyada ayakta kalabilmesi için onun sanayileşmesine ve sosyokültürel gelişimlerine uyum sağlaması gerektiğini düşünerek bir dizi devrim hareketi yapar. Çabaları sonucu Japonya'yı bugünkü haline dönüştürecek bir gelişme hareketi başlatır. Atatürk'ün şapka devrimini hatırlarsınız.orada fesi çıkarıp şapka takmak kafaların modernleşmesi ve eskinin atılmasının bir sembolü olarak düşünülmüştü. İmparator bu konuda daha ciddi bir hamle yapıyor. Samuray kılıcı olarak bilinen ve Japonya'da kutsal olan katanaların yasaklanması. Yasak önce sıradan insanlar için geliyor, sonra samuray ailelere kılıcı yanında sürekli taşımasının gerekmediği söyleniyor, nihayetinde orduda bulunan fabrika üretimi katanalar dışında kılıç taşınmaz oluyor. Japon halkı için inanılmaz büyük şok etkisi yaratacak bir hamle bu. Bizde bile şapka hareketine karşı giymek istemeyip isyan çıkaranlar olmuştu hatırlarsanız ki savundukları fesin dışarıdan gelmiş olması trajikomikti. Ama kılıç onlar için dinsel bir sembol. Kurtuluş ve yeniden doğuş umudu için günahlarının kefareti olarak kendilerini bu kılıçlarla öldürüyorlar en basiti ve kralın bu hamlesi halka dinlerine karşı büyük bir saygısızlık, kurtuluş umutlarının ellerinden alınması olarak geliyor. Haliyle isyan hareketleri başlıyor. Kitabın başında İsao, ona dostunun reenkarnesi olduğunu düşünerek yaklaşan Honda'ya verdiği kitapta bu isyan anlatılıyor. Meiji dönemi, samurayların yerine ronninlerin alması ve sonunda tamamen bırakılması, isyanlar, iç savaşlar, açlık ve kıtlıkla birleşince oldukça sıkıntılı bir dönem oluyor. Japonlar animelerinde yaptıkları yanlışları çok iyi bir şekilde anlatırlar ki bu hatalar tekrarlanmasın. Bu yüzden tarihi bir anime izliyorsanız -örneğin Runoini Kenshin- ve ikinci dünya savaşı sırasında geçmiyorsa yüksek olasılıkla Meiji öncesi ya da hemen sonrasını anlatılan kısımlarda geçer. Kanla Beslenen Topraklar: Bereketli Hilal yazımda bahsettiğim gibi ne tümüyle övülerek ne de o dönemi tamamen aşağılayarak sadece ve sadece gerçeği anlatarak şu an yaşanan ve geçmişte olmuş acı olayları dramatize etmeden sonraki nesillere aktarmak son derece önemlidir. Ancak tarih belli görüşten olanlarca kolaylıkla maniple edilebilir. Fikirler Ölümsüz Müdür? yazımda da bundan bahsetmiştim. Aslında bu yazı işlerin Japonya'da nasıl işlediği üzerine biraz. Hatta kitabın bir bölümünde bir fikri esnetmenin onu yok etmek olacağını söylediğinde karakterlerden biri istemsizce gülümsemiştim.

15 Nisan 2015 Çarşamba

Ender'in Oyunu - Cyberbully - Disconnect - Durarara / Türk'ün Sanal Dünya ile İmtihanı

Bugün Facebookta dolanırken Onedio'dan bir habere rastladım. Habere göre şımarık kolej kızlarından mı bilinmez bir kız kitap okuyan ama görünümü hiç de elit olmayan bir arkadaşımızın fotoğrafını çekip aşağılayan bir yorum atıyor. Amacı o yorum üzerinden beğeni toplayıp popüler olmak mı yoksa sadece kendi arkadaş çevresiyle komik bulduğu bir durumu paylaşmak mı bilinmez. Kızın davranışını yargılayacak da değilim burada. Mesele kendi eğlencesi için adamı sosyal medyaya sunmasıyla başlıyor. Bu tip durumlar biraz şans işi bazı türevleri gibi dile de düşebilirdi eleman ama tersine savunuluyor. Bu sefer kızın kendisi sosyal medyaya kurban oluyor. Amacı bu olmasa da kötü bir şekilde reklamı bolca yapılıyor. Sonunda ilk kurban eleman da katılıyor taşlamaya ve anlattıklarıyla -içtenliğini sorgulamıyorum ama- kızı tamamen belli bir kitleye rezil ederken kendisi sempati topluyor. Kim bilir belki de facebook hesabına tanımadığı yüzlerce kişi dolmaya başlamıştır. Daha öncesinde de tipik din kültürü öğretmeninden bakımlı olmasını beklemediklerinden olsa gerek böyle bir hoca bulunan liseliler onu da sosyal medyaya taşımışlardı ve patlamıştı. Aynı şekilde Şişli Eftal Hastanesinde tuvaletini bırakan teyzemiz, dedeye sahip çıkalım diyen dişsiz teyzemiz, çipetpet dedemiz, kendince eğlenmek için telefon kutusundan hıyar çıkartma videosu yapan çocuk, 'vermiycem vermiycem' diye şarkı yapan kadın bir anda fenomen haline gelmişti. Olmadık yerlerde yüzlerini görür seslerini duyar olmuştuk. Capsler ve photoshoplarla bu ünler büyüdü de büyüdü. Talk showlara ve dizilere taşındı, hatta cevap videoları, taklitler yapıldı. Haber bulamamış kanallar yurdum insanı modunda başlıklarla haber yaptılar. Peki o andan sonra o insanlara ne oldu? Sokakta gördüklerinde onlara gülerek bakıp da "Aa bu o değil mi?" diyen insanlarla, hesaplarına doluşan tiplerle uğraşmak zorunda kaldılar. Belki onlar için bile o videolar başlangıçta eğlence de olsa bu kadar aşağılanmak malzeme olmak onları üzdü. Hele hakkında cinsel yorumlar yapılan malum ablamızın hali daha kötü olmalı. Malum bu ülke öyle şeyler paylaşmak için en son yer. Ben bunu dediğimde aklınıza gelen ne Özgecan. Peki o neydi? O da sosyal medyanın tüketmesi için sunulmuş bir şeydi. Pek çoklarından öne çıktı ve uğruna gösteriler düzenlendi reklam oldu. Gezi olaylarında ölenler de öyle. Pek sevgili terör örgütümüz de bu reklamdan faydalanmak istemedi mi mesela?

Manolyadan Blogu Kitap Etkinliği / Ölümsüz Romanlar

Manolyadan blogunun düzenlediği bir etkinliği tanıtmak için yazıyorum bu yazıyı. Bestseller tadında popüler kitapların reklamları çok iyi bir şekilde yapılıyor, insanı sıkmadan bir şeyler anlatıyorlar ve özellikle lise çağındakileri acayip bir şekilde çekiyorlar. Polisiye gerilim olsun, fantastik olsun, Dan Brown tarzı gizemli kitaplar olsun ben de çok severek okumuşumdur. Popüler kültür insana bir şey katmaz lafına hiç inanmıyorum. Bir arkadaş ile Naruto hakkında konuşurken animeciler bilirler Narutardlar diye bir kitle vardır ki izleyici olan tamamı çocuk ergenlerden oluşur. Tavırları da buna göredir. Diğerleri onların bayağılıklarını popüler kültür zihniyetini sıklıkla eleştirir hatta aşağılayanı da boldur. Anime ise kitlesinin aksine çok anlamlıdır. Dostluk, kardeşlik ve barışın nasıl sağlanması gerektiği hakkında bir tartışma üzerinden gider ve insana bir şeyleri sorgulatır. Ben de bu ironiden bahsettiğimde arkadaşım "O animenin bize öğreteceği bir şey yok ki. Anime zaten o kitleye ulaşsın bir şey öğretsin diye yapılmış" demişti. Çok da doğru ve bu yüzden klasiklerin bir zorunluluk olarak dayatılmalarına da karşıyım. Bazı yapıtlar belli bir birikim ya da yaşanmışlık gerektirir okumak için. Eğer yeterli değilseniz kitaptan alacağınızı alamazsınız. Ama pek değerli büyüklerimiz, öğretmenlerimiz sanki o kitapları çocuklar bugün okumazsa hiç okumayacak gibi bir korkuya kapıldıklarından dolayı dayatırlar da dayatırlar. Bu yüzden aşağıdaki listenin hatırı sayılır bir kısmı pek çoğunuz için korkulu rüyaya dönüşmüştür. Ama onlara bir şans verirseniz anlatacakları inanın çok şey var. Bir kısmı da yazılarıma konuk oluyorlar ve olacaklar zaten. 

Aralarında okuduklarımın da olduğu bu anlamlı kitapları bir etkinlik adı altında görmek güzel oldu. Arkadaşa bu çalışması için teşekkür ediyorum ve sesimi duyurduklarımın da katılmasalar da bloglarında bunu paylaşmalarını rica ediyorum. En azından bestsellerın dışına çıkmayı arzulayan ve kitapları merak edenlere güzel bir öneri listesi olmuş. Unutmayın bu romanların çoğu çağlarını aşıp bugüne hala ulaşmış kitaplarsa birazcık şansı hak ediyorlar.

İşte o liste. Okuduklarım için yanlarına küçük notlar iliştireceğim. Yaz döneminde ben de katılacağım ayrıca.

13 Nisan 2015 Pazartesi

Nuhun Gemisi / Anadolu'yu Kılıfından Çıkarmak



"Bu Şehir kılıf içinde. Bu şehir kendisini öylesine gizlemiş ki tadına varabilmek, onu sevebilmek için emek istiyor, terlemek istiyor. Bu şehri kılıfından soyup mahremiyetine girmeli. Bu iş zor ya değer. Bunu yapabildin mi büyülendin demektir. 

 ... Korkmadan, önünüze gelen herhangi bir kapıyı çalmalısınız. Kapı hemen açılır. Kapıyı açan çoğu kara gözlü esmer bir kadındır. İlkin afallar. Yabancı olduğunuzu anlayınca içeri buyur eder. Diyarbakır artık kılıfından çıkmıştır. Diyarbakır bütün sıcaklığı, samimiyeti, güzelliği ile gözünüzün önündedir." 

11 Nisan 2015 Cumartesi

Dracula - Ejderha Mızrağı - Elric Destanı - Ravenloft / Lanetli Aşklar

Hayatta en zoru yarım kalmış aşklardır. Leyla ile Mecnun, Kerem ile Aslı, Ferhat ile Şirin aşklarını büyük kılan birbirlerine uzun süre ya da bazen hiç kavuşamamaları değil mi? Bazılarının ölünce artık huzura erdiklerinde birbirini bulduklarını umarız. Oysa kavuşma olduğunda aşk biter zamanla birbirini tüketmeye dönüşür. Her şey çok kolay olduğu için sevmek de değerini yitirdi. İnsan kavuşması zor olduğunda daha bir tutkuyla seviyordu. Ulaşamadıkça daha fazla arzulamak ve onun için her şeyi yapmak insanın doğasında olan bir şey. Bu yüzden sadece bizde değil batının Prens Charming'i için de geçerli bir durum kavuşamayışlar. Batıda daha mutlu biter hikayeler bizimkiler kadar arabesk olmadıkları için ama onlar kavuştuktan sonra aynı mutluluk gerçekten sonsuza kadar devam etmiş midir bilinmez. Sonsuza kadar sürecek bir aşka inanmıyorum. Peki ya pişmanlıklar? Bazı ilişkiler öyle olmadık hatalarla biter ki suçlu taraf sensen ve vicdanın varsa bunun acısı yüreğinin bir köşesinde kalır. Bazen bu acı olgunlaştırır seni bazen dönüp dönüp aynı hatayı yaparsın. Bazen de kibirle kendini hatasız bulmaya devam edersin. Ha bir de ilahi adalet mi dersin, karşı tarafın inceden bir intikamı mı dersin bir şekilde yaptığının cezasını çeker. Ama ne kadar süre? Cehennemi bir kenara koyarsak bir insan ancak bir ömürlük acıyla yaşar ama yaptıklarının diyeti için bu yetmezse. Bu duruma postmodern masallar iyi bir çözüm bulmuş. Sonsuz bir yaşam ve asla unutmasına izin vermeden sürüp giden bir acı döngüsü. İlahi adalet orada kesinlikle çok daha güçlü. 

8 Nisan 2015 Çarşamba

Zaman Çarkı - Çanlar Kimin İçin Çalıyor - Bahar Karları / Aşk Üzerine...

Zaman Çarkı'nda büyü olayının açıklaması bana çok ilginç gelmişti. Oradaki büyücüler büyüyü Tek Güç denilen bir kaynaktan enerjiyi çekip dönüştürerek yapıyorlardı. Ancak kaynaktan enerji alınması erkek ve kadın için çok farklıydı. Erkek kaynaktan güç almak için onu kovalamalı sonunda tutup halat çeker gibi kendisine bağlanana kadar çekmeliydi. Kadında ise durum tam tersiydi. O eğer sabırsızca çekiştirir ya da güce karşı direnirse başaramıyordu. Onun yapması gereken teslim olmak ve kucaklamaktı. Güç ona geldiğinde tutuyor ve sonra dönüştürebiliyordu. Yani büyü gücü bir erkeğe kadın gibi, kadınaysa tamamen erkek gibi davranıyordu. Sadece tek bir yumurtası olması, ömrü boyunca acı döngüleri ile hazırlandığı doğum anı gibi sebeplerle bir kadın genellikle ilişkilerde daha seçicidir. Erkeğin onun ilgisini çekebilmek için daha çok çabalaması gerekir. Bu hayvanlarda bile öyledir. Bazıları dişisine karşı kendini rakipleriyle yaptığı dövüşlerle kanıtlar, bazısı danslarla hatta hayvanlarda çoğunlukla erkekler daha süslüdür kendi çaplarında. Ama her türlü bir kendine çekme çabası vardır. Kadın ise (ya da hayvanlar için düşünürsek dişi) doğru erkeği bulduğuna inandığında ona sahip olmak için önce teslim olur. Erkeği yaşamına sokar, ona kendini açar bu andan sonra erkek büyülendiğinde ise onu bağlar çeker ve dönüştürür. Son kısım her zaman tam olarak gerçekleşmese ve kadının becerisine kalsa da durum budur.

6 Nisan 2015 Pazartesi

Kötü Ruh - Dexter - Siyah Kan / Katiller Üzerine

"Her insan kendi yaptığını hoş görür çünkü herkes gibi hareket etmediği zaman, kendi duygularını, kendi yargılarını, kendisini harekete sürükleyen neden ve sonuç zincirini bilir. Oysa iç dünyalarını bilmediği için başkalarına karşı ilkelerinde serttir. Her insan kültürüne göre hareket eder yani çevresinin kültürüne uygun olarak ve çevresi de “bütün insanlar” yani kendisi gibi düşünenlerdir."

 Hapishane Notları - Gramsci

İnsanlar başkalarını yargılamada fazlasıyla acelecidirler. Üstelik kendilerini bir ahlak timsali gibi görerek yaparlar bunu. Kötülük ve güç üzerine yazımda kötülüğün herkesin içinde olduğunu anlatmaya çalışmıştım. İnsanları daha fazla kötülükten alıkoyan tek şey kendi iç yargıları ve toplum baskısıdır. Bu yüzden yeterli güce ya da deliliğe sahip olanlar insanoğlunun içindeki vahşeti gösterirler. Tarihin en büyük katliamının sorumlusu Adolf Hitler kendini kimlerin yaşayıp kimlerin ölmesi gerektiğini belirleyen bir yargıç gibi görüyordu. Nazi kamplarındaki katliam fazlasıyla akılcı hatta fabrika gibi tasarlanmıştı. Kanlı kontes olarak bilinen ve vampir kültlerine de konu olan Elizabeth Bathory cinayetlerini ölümsüzlük tutkusuyla işliyordu. Küçük, savunmasız çocukları
kurban olarak seçen Albert Fish onlara tecavüz ediyor, etlerini kesiyor, onlarla besleniyor en sonunda öldürüyordu. Fish pek çok yamyam katilden biriydi. İlkel zamanlarda değil bizzat modernizmin ortasında ilkelliğe dönüşü gerçekleştirdi. Kafalarındaki neydi fazla bilmiyorum. Bir de bunu öldürdüm bari para da kazandırsın mantığıyla ticarete döken Henry Holmes gibileri var.  Avrupalılar bu kasapların elinden az insan eti yemediler bilmeden. Ed Gain ölmüş annesini geri getireceği inancıyla ceset toplamaya başlamış sonunda bunu cinayetlere çevirmişti. En büyük zevki kadın derilerini yüzüp onları üzerine geçirmekti. Psycho filminin ondan esinlenilerek yapıldığı söyleniyor. Ama bana göre asıl benzerini oluşturan kitap Maxime Chattam'ın Kötü Ruh idi. Orada katilin en başla andaç olarak uzuv parçaları alındığı sanılıyor sonra gerçek öğreniliyordu. Aynı kitaptan ilgimi çeken bir kısmı alıntılayacağım.

"Bir insan böylesine katletmeye acı vermeye uzuv kesmeye devam ederek yaşayamaz. Bir insanın böyle bir canavara dönüşmesi için çeşitli aşamalardan geçmesi gerekir. Böyle bir insan ancak ölüm dürtüleri güçlenip dayanılmaz olduğunda öldürmeye başlar. O zaman da uzun zamandır tasarladığı cinayetini bir tutku haline getirinceye kadar kafasında tekrar tekrar yaşadığı çok belirli bir şema uyarınca öldürür. Bu özellikle bir kısır döngüdür."

2 Nisan 2015 Perşembe

Cam Çocuk & Filmler / Engelsiz Yaşam


Herkes bir gün engelli olabilir. Ne kadar dikkat ederseniz edin, bir gün ummadığınız bir şekilde bu kadere yakalanabilirsiniz. Her geçen gün artan inşaatlardan birinden kafanıza düşen bir demir ya da tuğla sizi geri zekalı bırakabilir, bir araba kazası sakat bırakabilir. Ev kazaları, iş kazaları... Oysa insanlar yine her zaman yaptıklarını yapıyorlar. Hiç öyle olmayacakmış gibi yaşıyorlar. Onlardan birini gördüklerinde ya cıkcıklayıp acıyan bakışlar atıyorlar, ya da yüzlerini çeviriyorlar. Çoğu engelli yalnız büyüyor, özellikle zihinsel engelli olanlar ya alay konusu oluyorlar, ya da korkuluyor. Engellilerle fazlasıyla çok kez yollarım kesiştiği için bu konuda fazlaca hassasım. Yakın bir akrabam zihinsel engelli, durumu başkalarıyla ilişki kurabilecek kadar iyi ama yaramaz bir veledin kardeşinin bebek bezini alıp ona pamuk şeker diye yutturmasını sağlayabilecek kadar da saf. İyi arkadaşlarımdan birinin kardeşi daha kötü durumda çünkü doğru dürüst iletişim kuramıyor. Ama o da herkes kadar ilgi istiyor ve bunu farklı şekillerde ifade etmeye çalışıyor. Şeker hastası tanıdıklarım var ki bu pek görünen bir engel olmasa da özellikle bazılarının yaşam kalitesini fazlasıyla etkiliyor. MS hastalığı yüzünden sakat kalmış bir üniversite hocam var ama o da her şeye rağmen biraz kendine biraz bize "Gülümseyin." diyerek hayata tutunmaya çalışıyor. İnternetten tanıştığım bir başkası ise başı hariç vücudunu kontrol edemiyor ama ağzına aldığı kalemle klavye kullanıyor, çenesiyle fare yönetiyor, o şekilde bizimle irtibat kurabiliyor her şeyi ağzıyla yapmak zorunda kalıyor ama hayata bir yerinden tutunuyor. Hayata tutunmak biz normaller için bile bu kadar zorken onlar için ne kadar zor tahmin edebiliyor musunuz? Ama yapıyorlar, ellerinde kalan şeyle yaşamak için çaba sarf ediyorlar. Bizi utandırırcasına. Onlarla ilgili çok yazıldı, filmler yapıldı. Hepsine burada değinmek mümkün değil ama en azından bazılarını çarpıcı şekilde uç örnekleri anlatmaya çalışacağım. Uzun süredir yazmayı planlıyordum bu yazıyı kısmet 2 Nisan Otizm Farkındalık Günü'neymiş. Güzel oldu.