29 Mayıs 2015 Cuma

Genç Werther'in Acıları / Yaşam, Ölüm, İntihar

Genç Werther'in Acıları... Bu kitabı ünlü yapan şey kuşkusuz dünya hakkında Yeraltından Notlar ya da Düşüş gibi kült eserlerde gördüğümüz ciddi eleştirilerden daha çok işlediği intihar temasıdır. Bu bakımdan Tutunamayanlar gibi bir çok eserde de kitaptan izler buldum okudukça. Kitap zaten gerçekmiş gibi içten yazılmış, bir de üzerine Tutunamayanlar'da olduğu gibi gerçekmiş havası verilmiş. Olayların ne kadar gerçek olduğu muamma. Bahar Karları ve Kaçak Atlar kitaplarını incelediğim Yukio Mişima bu dörtlemenin akabinde intihar ediyordu ve ikinci kitap intiharının provası gibi görülüyordu. Werther de aslında Goethe'ye o kadar benziyor ki bazıları sadece yazıp hislerini kanalize edemediği için intihara sürüklendiğini buna karşılık Goethe'nin yazdığı için kurtulabildiğini söylüyor. Kim bilir belki de yazar o kadar cesur olamamıştır fikre kendini alıştırmaya çalışmasına rağmen.  Kitabın can yayınları önsözünde Werther'deki sorunu şöyle tanımlar: Ona mutlu bir dünya yaratan, ama aynı zamanda da altında ezilmesine neden olan güçlü bir hayal gücü. Bu tanım bir çok açıdan yerinde okurken ben de onu düşündüm. Olaylar sadece Werther'in bakışından geçtiği için hangisinin gerçek hangisinin çarpıtılmış bir gerçeklik bir hayal olduğunu anlamak güç olabiliyor. Kaldı ki tüm bunlar olmasa bile insan çevresini kendi taktığı gözlükten görüyor. Hepimizin görünmez gözlüklerimiz var. Birbirine sarılmış iki sevgiliye muhafazakarlar insanların ortasında yapılmış bir ahlaksızlık örneği olarak bakıyorlar, kiminin aklı oğlanın kızı ne zaman yatağa atacağında oluyor, kimi kendi yalnızlığını görüyor, kimi kendi aşkını hatırlıyor. Ya da nefret ettiğimiz ve sevdiğimiz insanları düşünün. Bu insanlar sadece iyi ya da sadece kötü müydü. Birini gerçekten sevebilmek için onun tüm karanlığını görmek gerekir ondan sonra hala sevebilmek gerekir. Ama insanların sevgileri kolaylıkla nefrete dönüşüyor. Bazen olmayan bir karanlık yaratılıyor o kişide. Kuşkularla hayallerle örülmüş bir karanlık. Kurtlara Söyle Eve Döndüm -evet bu onu aldığım üçüncü yazı olacak ama olsun güzel kitap- kitabını bir kere daha hatırlayacak olursam orada daha önce de dediğim gibi Greta'nın yaptığı kötülüklerdeki güdüsü bambaşkayken June sadece kendi gözlükleriyle görüyordu onu. Kardeşinin her şeye sahip olması mutlu olduğunu sanmasına neden olmuştu. Bu yüzden ondaki mutsuzlukları görememişti. Yaptıklarını salt bir kötücüllük, şımarıklık, kendisine yöneltilmiş bir nefret olarak almıştı. Werther de böyle kendi gözlükleriyle görüyor her şeyi ve o gözlüklerle asıl görüntünün farkını çok da anlayamıyoruz.

27 Mayıs 2015 Çarşamba

Kurtlara Söyle Eve Döndüm - Carmilla / Eşcinsellik Üzerine

Dünyadaki her şey değişkendir. Doğa değişir, bizzat biz de yaparız bunu kendi kendine de olur bazen. İnsanın kendisi değişken sırf dışarıdan bile büyüme ve yaşlanma diye bir olgu var. Kişiliğimiz değişmez derler yedisinde neyse yetmişinde odur derler ama bu dedikleri belli bir özdür onun da değişmesi zordur imkansız değil. Toplumlar da değişir ki içinde yaşadığımız çağda bu değişim inanılmaz bir hızla gerçekleşiyor. Ancak değişimin korkutucu bir yanı vardır. Çünkü ölümü, yok oluşu hatırlatır. İnsan fiziksel olarak değişirken başta bu değişim hoşuna gider, diğerlerinin arasına kabul edilip lafının dinleneceği yetişkinlik günlerini özler belki onların o küçüklükte ulaşılamaz yanlarını. Ama bir yaştan sonra değişimi durdurmaya çalışır. Kremler, estetik ameliyatlar, doktordan önerilerle özel diyetler, ilaçlar... Hayattaki diğer şeyler neden böyle olmasın? Bir kere toplum ve toplumla ilgili şeyleri insana benzeterek düşünmek gibi yaygın bir anlayış vardır. Örneğin sürekli söylediğim şey insanlardaki bencillik ve kibrin toplumlarda ırkçılığa ya da daha normal düzeyde millet bilincine dönüşmesidir. Kültür ve dine bu açıdan bakarsak mevcut düzeni kurdukları düzeni bozmamak konusunda neden bu kadar katı olduklarını çok daha iyi anlarız. Değişim kültürler ve dinler için yozlaşma demektir. İşlerin bozulması kurduğu yapının yıkılmasıdır. Burada ona iki yol kalır. Yollardan birincisi değişime uyum sağlamak ve her farklılığı kendi kontrolüne alabilmektir. Bu bir yere kadar yapılabilir bir yerden sonra zorlaşır ancak kapitalizmi düşündüğümüzde daha önce de açıkladığım sebeplerle bunu iyi bir şekilde yapabiliyor. Peki ya din ya milletlerin kültürleri? Onlarda işler değişir. Bir kere din zaten önceden belirlenmiş kurallar bütünü olduğu için ondaki her bir değişim yozlaşmadır. Çünkü bugüne uymayan din gerçekliğini kaybetmiştir. Sonu sadece karanlık bir yok oluştur ve bundan korkarlar. Hem de delicesine. Kültürler bu konuda daha rahat ama onlar da küreselleşme ile savaş veriyorlar. Kendilerini farklı yapan yanlarını kaybetmekten korkuyorlar. Çünkü bunu ellerinden aldığınızda yok olmuş olacaklar. Onlar da korkuyorlar. İnsan korktuğunda kendisine düşman arar. Kimi ben gibiler küresel güçleri ve parayı suçluyorlar değişimle kaybettikleri ve kaybedecekleri için diğerleri ise daha gücünün yetebileceği kişileri: Yabancıları, göçmenleri, alt kültür dediğimiz azınlık grupları, eşcinselleri, toplumdan kopuk onlara göre yoz yaşayanları, açık giyinen ahlaksız buldukları kadınları...

25 Mayıs 2015 Pazartesi

Oblomov / Asosyallik Sebepleri ve Sanal Dostluklar

Videodaki arkadaş Dost Kayaoğlu. Kendisi belki bilenler vardır oyun videoları çeken kendi çapında ünlü bir youtuber. Bugün burada kendisinin 3:39 dakikadan başlayarak anlattıkları üzerine konuşacağım. Ara sıra pek çoğunun adeti olduğu üzere kanalla ilgili planları ve kişisel konuları hakkında vloglar çekiyor. Sanal alem hakkında daha önce konuşmuştum. O yazıda internetin tüm o cyberbully dediğimiz kendi eğlenceleri için birilerini rezil eden tiplerinden bahsetmiştim. Onlara ve daha kötüsü dolandırıcılara, sapıklara belki katillere ev sahipliği yapmasına rağmen dış dünyadan o kadar da farklı değil. Bizi milyonlara rezil edebiliyorlar diyebilirsiniz. Ama düşünsenize mehehe diye güldükten sonra hangisi sizi gerçekten umursayacak? Bir süre sonra gördüklerinde tanımayacaklar bile artık eskimiş olacak sizi rezil eden haber. Tıpkı daha küçük bir çevreye rezil olduğunuzda olacağı gibi. Bırakalım bunları da sanal ortamın olanaklarına bakalım. İnsanlar burada yepyeni bir çevre kazanabiliyorlar. Gerçek yaşamda hissettikleri yaşanabilecek pek çok olayı yaşayabiliyorlar. İnternetin güzel yanı burada kendi çevrenizi seçmenize ve en azından başta onlarla güvenilir bir mesafede olabilmenize olanak tanıması. Dost Kayaoğlu'nun anlattıkları arasında dikkatimi çeken ilk kısım bu oldu. Kendi çapında sosyal olmasının dışında dışarıdaki insanların bakışıyla sosyal olamamasının sebeplerini anlatıyor. Sebeplerden biri konuşulan konular. Sıradan insanların sıkılmadan saatlerce konuşabilecekleri konuları vardır. Belirli bir samimiyet yoksa arabalardan, futboldan -kızsa makyaj kataloglarından, şarkıcılardan- samimiyet geliştikçe de iş yaşamındaki zorluklardan, Türkiye'deki cinayetlerin %90'ının sebebi haline gelmiş kız-erkek meselelerinden ki hele erkekse ve bir şeylerin uyanmaya başladığı dönemde sap geziyorsa zihninin düştüğü o arzular selinden uzun uzun konuşurlar. Arkadaşın çevresinde de bunlardan bolca olduğu ve sıkılıp uzaklaştığını söylüyor. Asosyal insanların kendilerini dışarıda bırakmalarının sebepleri arasında en önemlilerden biri zaten budur. Diğerleriyle aynı yöne baksalar bile gördükleri başka bir şeydir ve onların aksine buna katlanamazlar.



22 Mayıs 2015 Cuma

Kurtlara Söyle Eve Döndüm / Asosyallik Üzerine

Asosyallik bazen çok derin bazense daha alt düzeyde toplumdan kopuk olma insanlarla ilişki kurmada zorlanma anlamına gelir. İş gücünün yarattığı yabancılaşma, ailelerin çocuklarını yetiştirmek için zaman ayıramaması ya da ayırdığı zamanlarda yaptığı hatalar, fazlasıyla yaşam ve insanlar hakkında felsefi düşüncelere dalıp, daha önce bahsettiğim gerçek hastalığına yakalanmak... Bunların bir ya da birden fazlası ve belki sayamadığım bir çok sebeple insan asosyalliğe sürüklenir. Bazıları hallerinden gayet memnundur gerçekle yüzleşmeleri gereken bazı anlar dışında öyle olduklarını hatırlamazlar bile. Örneğin daha önce de hayran olduğumu açıkladığım Uzun Çorap Pippi tüm o deliliği, ilginç adetleriyle toplumdan kopuk hayatından gayet memnun bir hava verir. Ama bir gün yetişkinlerin de olduğu bir davete katılmıştır. Viktoryen kadınların havalı sohbetleri sonunda hizmetçilerine dayanır. Pippi'nin bir hizmetçisi oldu mu gerçekten bilinmez ama yoksa da hayal gücü ile bir tane yaratıvermiştir. Onlara kendi garip hizmetçisinden bahseder durur ve sohbetlerine katılmaya çalışır ama elbette ki hem yaşı hem de söylediklerindeki absürtlük yüzünden umursanmaz hatta can sıkıcı bulunur. Pippi'nin tosladığı bir duvardır bu ve karakteri hüzünlendirir.

"Zaten ben de öyle sanmıştım. Nasıl hareket etmem gerektiğini bilmediğimi! Denemenin de faydası yok, belli ki asla öğrenemeyeceğim. Keşke denizlerde kalıp hiç dönmeseydim."


20 Mayıs 2015 Çarşamba

Hopi Reklamı - Wall Street II / Küreselleşme ve Neoliberalizm

Son zamanlar çok konuşuluyor bu Hopi reklamı ve normalde reklamlar üzerine derin düşüncelere girmeyen hatta pek çoğunun basitliğiyle dalga geçen biri olsam da bu reklam epey eğlenceli ve başarılı olmasının yanında sistem hakkında da çok şeyi ele veriyor. Öncelikle şarkısı. Tolga Çevik'in kılık değiştirme konusundaki ünü özellikle "Patron Mutlu Son İstiyor." filminden belli olmuştu zaten. O filmde patronu da aynı kişinin oynadığı zor anlaşılmıştı. Burada da o yeteneğini konuşturmuş hem de ne konuşturmuş. Ustaca kullanılmış teknolojilerle onlarca farklı tarzda farklı görünüşlerde olan insanlar tek bir yüze sahip. İşte küreselleşme son ve olgun haliyle tam da budur. Küreselleşme dünyayı dev bir köye çevirmeye çalışır evet, büyük batılı değerleri en üst kabul eder. Kavram ilk ortaya çıktığında eski modernite içinde milleti ne olursa olsun takım elbise içinde aynı görünen aynı şekilde davranan aynı şeylere ilgi gösteren insanlar için kullanıldı. Tüm dünyada gelişimle birlikte köylülerin kentlileşeceği kentlerin de bir batı idealine göre kendilerini düzenleyeceği iddia edildi. Ama bu sorunlu bir işlemdi. Zira farklılık olmadan tüketim de olmazdı. İnsanlar belli bir şeyi bir kere aldıktan sonra ikincisini hadi onu sattınız üçüncüsünü satmak zordu. Postmodernizmle birlikte farklılıklar ön plana çıkarılmaya başlandı. Küçük güzeldir sloganıyla herkes için ayrı tarzlar oluşturuldu. Kültürlerin tarzlarını koruması desteklendi zenginlik olarak gösterilmeye çalışıldı. Ama yeni modernitenin birbirinden farklı tarzlardaki insanlarla modernite öncesi farklılığın arasında büyük bir ayrım var. O da bu reklamda kendini gösteriyor. Tüm yüzler aynı. İnsanlar farklı giyiniyor olabilir, farklı mekanlara gidiyor olabilir, farklı düşünüyor bile olabilir ama bütün bunlar tek bir tüketim kültürü insanının farklı biçimleridir sadece. Kadını erkeği yaşlısı genci hepsi aynı yüzün farklı şekillere sokulmuş halleridir. Tıpkı reklamda söylediği gibi.

18 Mayıs 2015 Pazartesi

Golem ve Cin - Spinoza Problemi / Tanrı ve Din Üzerine

Narziss ve Goldmund'da tartışmaların büyük bir kısmı din üzerineydi. Goldmund dünyayı ve kötülükleri tanıdıkça Tanrı'nın varlığını kötülük problemiyle sorgulamaya tabii tutuyordu. Karakter daha önce de belirttiğim gibi vebayı aç insanları zorbaları görmüş ve Tanrı'nın eğer varsa kötü ve zorba bir varlık olduğunu düşünmüştü. Ölümüne kadar hep sorguladı öldüğünde de canını alan olarak Tanrı'yı değil annesini kabul etti. Aslında bu davranışın temelinde Tanrı'yı insani bir varlık gibi düşünme inancı var. İlkel insanların yaptığı putları bir düşünün. Zencilerin yaptığı putlar zenci, beyazlarınki beyazdı. Mitolojilerdeki Tanrılar aşık oldular, evlendiler, insani öfke ve hırslarla birbirlerine karşı savaştılar, entrikalar çevirdiler. İnsanın düşünme kabiliyeti O'nu yada onları bundan başka bir halde hayal edemiyordu. Çok tanrılı dönemde kötülük kanıtı diye bir şeyden bahsedilemezdi. Zira iyi olan tanrılar da vardı günah keçisi yapılacak kötü tanrılar da. Hades, Seth ya da Loki başa gelen belaların suçlusu kabul edilmeye hazırdılar. Sorun tüm bunların yerini tek bir tanrının almasıyla başladı. O zaman kötülükler elbette ki son bulmadı insanlar onu doğuran karanlığı yanlış yerde arıyorlardı. Özellikle kitabın da konu ettiği vebanın dünyada kol gezdiği zamanlarda daha çok sorgulandı, isyan edildi. Bir şeyler yapılmalıydı. Cinler ve şeytanlarla kötü cadılarla ilgili hikayeler yaydılar insanlar ama bu da yeterli değildi elbette. Sonuçta Tanrı onların hepsinden daha güçlü olduğu iddiasında değil miydi? O zaman neden durdurmuyordu ya da neden sadece kötülere göndermiyordu lanetini. Masum olduğu iddiasındaki -ki dünyada masum kalmak imkansızdır- insanlar kendilerine neden bunun reva görüldüğünü anlayamıyordu. Cevap aslında kitapların kendisinde bir kıssanın içinde verilmişti. Eyüb'ün kıssasında. O bir peygamberdi, pek çok insandan daha masumdu ve buna rağmen Tanrı onu sebepsizce cezalandırdı. Çektiği acılarla onu sınadı. Müslümanlardaki Eyüp sebatla bekledi ama Hristiyanlardaki neden böyle yaptığını sorma ihtiyacı duydu. O insanların sorduğu aynı soruyu sordu.

14 Mayıs 2015 Perşembe

Alacakaranlık - Max Horkheimer / Kapitalizm Alıntıları

* İhtiyaç duyulan ideolojiler ne kadar hızlı geliştirilirse o kadar sert yöntemlerle korunmaya mahkumdurlar.

* Engizisyon karşıtları için alacakaranlık gün doğumudur. Kapitalist alacakaranlığı ise günü batırmaya ve insanlığı gerçekte tehdit eden geceyi başlatmaya gerek duymaz.

* Evlerin pencerelerini tamamıyla açabilen tek bir rüzgar biliyorum: Keder

* Sistemler küçük insanlar içindir. Büyük insanların sezgileri vardır. Akıllarına gelen numaralara oynarlar. Sermaye ne kadar büyükse, hatalı sezgileri düzeltme şansı o kadar yüksektir.

* Kapitalist düzen hangi kademede olursa olsun, tepedekilerle aynı veya benzer yaradılışa sahip insanlara hep daha büyük fırsatlar tanıyacak biçimde yapılanmıştır. Yukarıda sömüren kişiyle sömürme biçimi arasında ilişki kurulabilirken aşağı kademelerde insanlık dışı nitelikler doğrudan kişinin kendisinde gözlenmektedir.


8 Mayıs 2015 Cuma

Madame Bovary - Cennetteki Adem -Drizzt Efsanesi / Aşk Üzerine

Aşk... Ademle Havva'dan beri süregelen masal. Ondan daha önce burada ve şurada bahsetmiştim diğer yazılarımda da ara ara girdim ama ne kadar anlatsam eksik kalıyor o yüzden yeni okuduklarımla tekrar dönme ihtiyacı duydum. Pek çok zamanda farklı anlamlar yüklenmiştir. Orta çağda özellikle divan edebiyatında kavuşamayış ve sancılarla geçen bir süreçtir. Ne kadar fazla acı varsa o kadar büyük kabul edilir. Bazen Shakespeare hikayelerinde de görüldüğü gibi bize lisede zorla okutturulan Taşşuk-u Talat ve Fitnat'daki gibi tüm karakterler ard arda ölümün kucağına bırakılıyor bazen kötü hastalıklardan araya girenlerin yaptıkları zulümlerden ölüyorlar. Tek gerçek kavuşma ve bir olma yeşilçam filmlerinin bazılarında gördüğümüz o çıkan iki ruhun birlikte el ele havaya yükselmesi oluyor. Bu kadar acı niye diyorsun kendine ve sonra diğer bir açıdan bakınca bizdeki aşkların iç dünyada bir yolculuğa dönüştüğünü görüyorsun. Ergenlik bana göre yaşla belirlenen bir dönem değildir. Ne zaman ki hayatla ve kendinle yüzleştin, sonunda bir şeyleri değiştirebildin o zaman aşabilirsin. Hamdım piştim yandım derler ya. İşte aşk bunu sağlayan ateş oluyor. Tüm o acılar ergen arzularla başlayan duyguları pişiriyor olgunlaştırıyor. En sonunda o ideal ve saf olana ulaşılıyor. Peki neden sonu ölüm oluyor? Belki de sürekli bozulmaya meyleden insanın başka şekilde o saflığı koruyamayacağı için. Ya da belki o saflığa ulaştıktan sonra insanın daha başka bir yaşam amacı kalmayacağı için. Ortaçağa hakim olan dini bakış burada da var. Kirlenen insanoğlu dünyaya temizlenmek için gönderilir. Tüm o savaşlar acılar nefret döngüsü içinde dönüşür ve evrilir. Bir üst yaşama geçerken amaç o saflığa ulaşmaktır. Hani büyük mahkeme diyorlar ya ölümden sonra beklenen işte o bu dünyayla ilgilidir. Bütün dinlerde vardır bu. Hristiyanlık doğuştan kirli kabul eder ve tüm hayatı temizlenme çabasıyla geçirmemizi isterken İslam temiz doğduğumuzu ama meselenin bunu öyle korumak olduğunu söyler. Uzakdoğu ve Hint coğrafyasının mistik dinleri ise bir üst aşamada yeniden doğmak için verilen bir mücadele olarak görür. Bir çok ortaçağ anlatısında aşk cinsel bir tutkudan öte yüce bir değer saflığı sağlayan güçtür.

3 Mayıs 2015 Pazar

Ender Serisi / Irkçılık Üzerine

İlk kitabı filme de dönüştürülen Ender Serisi'den daha önce bahsetmiştim. İnternet üzerinden dünya hakimiyetine girişen Peter Wiggin'in hikayesi üzerinden. Ama işin asıl boyutu Ender Wiggin'in hayatı elbette ve onun hayatının da büyük teması ırkçılıktır. Yazarın özellikle kızılderililer ve Amerika'nın keşfi meseleleriyle yakından ilgilendiğini söylemeliyim. Bu tecrübe eserlerine de yansımış. Filmi de yapılan ilk kitap uzaylı istilası korkusu altında geçiyor ve Ender'in böcekleri yok edecek bir komutana dönüşmesi anlatılıyor. İşin garip tarafı insanlar böceklerin tekrar saldıracağından emin değil. Onlarla iletişim kuramıyorlar onları anlayamıyorlar bu yüzden korkuyorlar ve yok etmek istiyorlar. Ha tabii hazır soylarını kırmışken sahip olduklarını da ele geçirmek de ekstra fayda. Bu bana Haçlı seferlerinden bugüne İslam coğrafyası ile Batının bitmek tükenmek bilmeyen savaşını hatırlatıyor. Evet elbette bir çok ekonomik ve siyasi neden var ama bunlar iktidarların sorunu. Peki ya halk? Savaşlar toplu cinayetlerdir ve bir asker ilk kez kendi kılıcı ya da modern anlamda kurşunuyla birini öldürdüğünde tam olarak ilk cinayetini işleyen birinin hissettiklerini hisseder. Diğer insanların kanlarının fışkırmasını cesetlerin yere yığılmasını izlerken dehşetten sıyrılmak için tutunacak bir şeylere ihtiyaç duyar. Haklı olduğunu gösterecek şeylere. Bunların biri din, diğeri milliyetçiliktir. Kimlik bağlamında bakıldığındaysa ikisi de ayn kapıya çıkar. Kendi değerleri övülür, dış dünya bu değerler üzerinden yargılamaya tabii tutulur. Düşmanın en kötü yönleri bulunup büyütülür büyütülür ve tüm bir ırkın üzerine bu suç yıkılır. Tanıma fırsatı bulsalar hepsinin aynı olmadığını görecekler.