29 Mart 2015 Pazar

V for Vendetta - Hayvan Çiftliği / Fikirler Ölümsüz Müdür?

V for Vendetta yani şu artık gezi olayı ve öncesinde bir çok yerde siyasileşmiş bir anarşizm sembolü olarak kullanılan maskesiyle sözleriyle ünlü "Remember remember fifty November" şeklinde başlayan şiir tadında söyleviyle bilmeyen pek yoktur sanırım. Vendetta tarihi bir kişilikten esinlenilmiş bir karakterdir: Guy Fawkes. Kendisi Wastminister Sarayı’ndaki İngiliz Parlamento Binası'nı bol miktarda barut fıçısıyla patlatmaya çalışmış bir anarşisttir. Ne var ki bunu başaramaz ve vatan haini kabul edilerek idam edilir. Bir vatan haininden kurtulmak ve parlamentoyu korumuş olmak büyük bir demokratik zafer kabul edildiğinden de İngilizler her 5 Kasım'da eğlenceye dönüştürülmüş törenlerle kutlarlar. Özellikle sisteme karşı yeniden bir isyanın başladığı günümüz dünyasında bu olay Alan Moore tarafından yeniden yorumlanır. Daha sonra filmi de çekilmiş ve büyük yankı uyandırmıştır. Guy Fawkes maskesi takan V hem geçmişinin intikamını almaya hem de Fawkes'ın yıllar önce yarım bıraktığı şeyi tamamlayarak 5 Kasım'ı insanların zihinlerine kazımak ister. Sisteme onun silahlarıyla saldırır, Kara Murat'ı ya da Matrix'in Neo'sunu çok da aratmayan bir çok epik sahneyle kendini izleyiciye sevdirir ve hayran bıraktırır. Filmin en can alıcı yerlerinden birinde bir grup silahlı adam V'yi kıstırıp kurşuna dizerler. Ancak V ölmemiştir. Sonra da o epik laflarından birini söyler.

"Bu maskenin altında etten fazlası var. Bu maskenin altında fikir var ve fikirlere kurşun işlemez."

28 Mart 2015 Cumartesi

Bahar Okuma Şenliği - Arkadaş Yardımı

Burada bahar şenliğinden bahsetmiştim. Yazılarımı blogger dışından takip eden arkadaşım Zeynep de etkinliğe ilgi duydu ve kendisi için listesini yayınlamamı istedi. Zaten listede de bir çok kitap tavsiyem mevcut. Şimdilik küçük bir liste ama büyütmeyi planlıyor. Kendisine buradan iyi okumalar diliyorum.


26 Mart 2015 Perşembe

Düşüş - Mahkumlarla Deney - Yüzüklerin Efendisi - Sineklerin Tanrısı / Kötülük ve Güç Üzerine

"Kötülük hem ağırbaşlı hem de sefahat düşkünüdür.Ruhen ulvidir ama yıkıcı bir siniklikten mustariptir. Kişinin kendini megalomani derecesinde beğenmesini de içerir, kendine patolojik bir horgörüyle bakmasını da.

Terry Eagleton - Kötülük Üzerine Bir Deneme


Kötülük ağırbaşlıdır, bu onu boyun eğen yapar. Sessiz kalır sesinin gücüne inanmaz, diğerlerinin hükmedenlerinin gücünü gözünde putlaştırır. Arada ufak homurdanmalar çıkarır söylenir orada burada dem vurur, kendinden toplumdan bozuluştan ama kendi kapısının önünü silmeye bile çalışmamıştır. Oysa dünyadaki kötülüğü temizlemek için insan önce kendi şeytanıyla yüzleşmelidir. Kendi hatalarını görebilmelidir ve bunları neden yaptığını anlamalıdır. Nihayetinde kendini değiştirmelidir. Albert Camus'un bir avukatın dilinden dönemine ve dünyaya dair görüşlerini anlattığı Düşüş'deki karakter şunları söyler.

"Başkalarını mahkum edip hemen arkasından kendini yargılamamak mümkün olmadığına göre, başkalarını yargılama hakkına sahip olabilmesi için insanın kendisine yüklenmesi gerekir. Her yargıç sonunda kefaret çektiğine göre ters yönde yol almak ve sonunda yargıç olabilmek için kefaretçi olmak gerekir."


25 Mart 2015 Çarşamba

2015 Bahar Okuma Şenliği

Ana ilgi alanı kitaplar olan bir blog açıp da etkinliklere katılmamak olmaz. Adı Pınar sanırım arkadaşımız bunu uzun süredir devam ettiriyormu. Bloglar arasında dolanırken ben yeni keşfedebildim. Hiç düşünmeden atladım tabii. Pinuccia tarafından başlatılmış Bahar etkinliklerine hazır yetişmişken hemen katılıyorum. Listemi hazırladım ancak bazıları şu an elimde değil. Elime geçtiğinde onların da resimlerini koyarım bu mesajı güncelleyerek. Ne okusam derdine güzel bir çare oldu bu. Listeyi ara sıra güncelleyip yeni kitaplar ekleyeceğim ya da okuduklarımın üzerini çizeceğim. Hadi bakalım...


23 Mart 2015 Pazartesi

Lila - Sana Gül Bahçesi Vadetmedim / Delilik Üzerine...

"Elektrik şebekesi, gaz şebekesi, kanalizasyon şebekesi, metro tünelleri, tv kabloları ve belki de hiç duymadığı kim bilir daha bir sürü özel amaçlı şebeke; sinirleri damarları ve kas lifleri dev bir organizmanın.
Düşlerindeki Devin.
Tüm bunların bir insanın aklının alamayacağı kendine özgü bir şekilde işlemesi esrarlı bir şeydi. Yerin altında uzanıp giden bu tel ve boru sistemlerinden hiçbirinin nasıl düzenlendiğini bilmiyordu. Ama bunu yapan birisi vardı yine de. Gerektiğinde bu kişiyi bulmak için bir sistem ve onu bulacak o sistemi bulmak için de bir sistem vardı. Tüm bu sistemleri bir arada tutan birleştirici güç: Dev buydu işte."

"İnsanları gerçekten seversen bu yüzden canına okurlar. Onlardan nefret edeceksin, fakat onları seviyormuş gibi görüneceksin. O zaman sana saygı gösterirler. Fakat insanlardan nefret etmek ve onları da senden nefret ettirmekten başka yapabileceğin bir şey yoksa yaşamanın ne anlamı var ki? Herkesin herkesten nefret etmesi gereken bu dünyadan bıkmış usanmıştı."

21 Mart 2015 Cumartesi

Şamanlar Diyarı & Animeler / Nevruz ve Barışa Çağrı

Nevruz... Baharın başlangıcı. Farslar, Kürtler, Zazalar, Azeriler, Anadolu Türkleri, Afganlar, Arnavutlar, Gürcüler, Türkmenler, Tacikler, Özbekler, Kırgızlar, Karakalpaklar, Kazaklar tarafından kutlanan bir bayram. Nevruz eskiden aynı coğrafyanın insanlarının ortak sevinci birlikte yaşadıkları bir mutluluktu. Fakat bugün bazıları için ayrımın sembolü haline gelmeye başladı.

19 Mart 2015 Perşembe

Mülksüzler / İki Kutuplu Dünya ve 68 Bunalımı

Tarih kitapları Birinci Dünya Savaşı'nın 1914-1918 İkinci Dünya Savaşı'nın 1939-1945 yılları arasında yapıldığını söyler. Ama aslında buna bir süre durup dinlendikten sonra yeniden devam eden 30 yıl savaşları olarak bakmak daha doğrudur. Dökülen kanlar bir yana bu savaşlar elbette dünyayı kimin yöneteceğinin belirlendiği bir güç mücadelesidir. Ringin bir tarafında Almanya vardır. Diğer tarafında ise bir çok oyuncu vardır ama bunlardan en göze çarpanı her iki savaşa da damgasını vuran Amerika'dır. Aynı yıllarda serpilen ve yavaş yavaş büyüyen bir güç daha vardır. Sovyetler Birliği. İki dünya savaşı bittiğinde ve Hitler düştüğünde Amerika ve Sovyetler bunu el ele başarmışlardır. Bir araya gelirler ve Sovyetlerin çöküşüne kadar süren sınırlarını belirlemek için bir anlaşma yaparlar: Yalta Anlaşması. Anlaşmanın gizli maddeleri şunlardır:

1-) Dünya fiilen Amerikan Bölgesi ve Sovyet bölgesi şeklinde bölünecek. Ayrım çizgisi de İkinci Dünya Savaşı bittiğinde her ülkenin sahip olduğu sınırlar olacak.

2-) Sovyet bölgesi eğer isterse kendi üretim mekanizmasını kuvvetlendirene kadar Amerikan bölgeleriyle ticari alışverişini asgariye indirebilecek ama bunun karşılığında Amerika'dan bir yardım beklemeyecek.

3-) Her iki taraf da ateşli düşmanca bir retoriğe başvurmakta serbesttir.


18 Mart 2015 Çarşamba

Çanakkale'nin 100. Yılı

Tam 100 yıl önce bugün bugün Çanakkale'de büyük bir zafer kazanıldı. Osmanlı zor durumdaydı, gün geldi yiyecek yemek bulamadan aç karnına gittiler cepheye. Ölüm her an diplerindeyken bunun bir önemi de yoktu zaten bunun. Gencecik çocuklar gitti oraya ölüme gittiklerini bile bile. Korktular belki ama vatandır dediler müthiş bir bağlılıkla savundular. O gün herkes birdi. Türkü, kürdü, lazı, çerkezi aynı vatanı savunuyorlardı. Kimse sağı solu ideolojiyi düşünmüyordu. Ortak acıydı kalpleri birleştiren ve ortak korkuydu. Dünya savaşındaki diğer cephelerin aksine Çanakkale cephesi ya hep ya hiçti. Orada kaybetselerdi kesin ve etkili bir şekilde İstanbul da düşerdi. O zaman kimse Kurtuluş Savaş'ını başlatacak gücü de bulamazdı. Kurtuluş Savaşındaki askerlerimiz onlardan ilham aldılar bir destan daha yazmak için. Zaten Çanakkale zaferinin bu kadar büyütüldüğü zamanlar da onlardı. İçimizi ürperten bir sürü hikaye dile getirildi ki onların cesaretleriyle cesaretlensinler. O gün vatanın nasıl savunulduğunu bilsinler ki bugün de türlü oyunlarla ele geçirmeye çalışanlara karşı dik durup savaşabilsinler. 100 yıl unutulmadı onların destanları bir 100 yıl daha unutulmayacak. Ve hep ihtiyaç olacak hatırlamaya çünkü hep pusuda bekleyen bir düşman bulunacak.

16 Mart 2015 Pazartesi

Uçurtma Avcısı - Bin Muhteşem Güneş / Kanla Beslenen Topraklar: Bereketli Hilal

Tarih boyunca bir bölge vardır ki buraya sahip olan dünyaya sahip olur: Bereketli hilal... Bu tanım eski dünyanın bir çok medeniyetinin doğduğu ve battığı bir bölgeyi anlatmak için kullanılır. Güneyde Arabistan Çölü ile kuzeyde Doğu Anadolu dağlık bölgesi arasında yer alır. Eski Babil toprakları ile hemen yakınındaki Elam'dan (bugün İran'ın güneybatısı) Dicle ve Fırat ırmakları ile Asur topraklarına kadar uzanır. Zağros Dağlarından, batıda Suriye üzerinden Akdeniz'e, güney yönünde de Filistin'in güneyine kadar olan toprakları içine alır. Mısır'ın Nil Vadisini de bu bölge içine sokanlar vardır. Bölgenin eski tarım toplumları için önemi bir çok hayvan türünün ilk bu bölgeden yayılıyor olmasıdır. Pek çok yiyecek kaynağının yetişmesi için elverişli bölgeler buralardır. Hayatta kalmanın beslenmeye bağlı olduğu çağlar düşünülürse bu bölgenin o dönemki değeri daha iyi anlaşılır. Bereketli topraklar sadece en güçlülerin sahip olabildiği vaadedilmiş cennettir. Ona sahip olmak ve korumak içinse o toprağı kanla beslemeniz gerekir. Daha fazla ve daha fazla. Nitekim zaten kan hiç eksik olmamıştır. Bölge tek tanrılı dinlerin de doğduğu bölgedir aynı zamanda ve tüm dinler için kutsal bir anlamı olan Kudüs bereketli hilalin kalbidir. En çok kan burada dökülür. Her bir din görünüşte oranın kutsallığından gerçekte ise toprakların değerinden ve zenginliğinden dolayı burayı ister. Modernizmle ise kan dökülmesine sebep daha büyük bir şey çıkmıştır bu topraklarda: Dünyadaki en değerli petrol yatakları yine buradadır. Zaten petrolü doğuran şey önceden yok olup gitmiş milyonlarca insan, bitki ve hayvandır. Kanla beslenen toprağın meyvesidir petrol. Sebep olduğu şeyse daha fazla kandır.

15 Mart 2015 Pazar

Puslu Kıtalar Atlası - Rüyanın Öte Yakası / Hayaller Gerçek Olsa...

İhsan Oktay Anar'ın okuduklarım arasında en başarılı eseri Puslu Kıtalar Atlası aslında iç içe geçmiş ve sonunda birbirine bağlanan birçok hikayenin birleştiği bir roman. Öyküler yarı absürd yarı felsefi olarak dilencilerinden gizli teşkilatlarına kadar Osmanlı'yı mükemmel bir kara mizahla anlatmış. Eski bir dil kullanarak yazması da olaya farklılık katmış. Kitabın tüm karakterleri bir acayip ama bir karakter var ki hepsinden de ilginç. Uzun İhsan Efendi adındaki bu zat-ı muhteremin en büyük hayali dünyayı gezmektir ama buna ne cesareti ne de yapacak gücü vardır. Eline bir gün Rene Descartes'ın "Yöntem Üzerine Konuşmalar'ını ya da kitapta geçtiği şekliyle Rendekar'ın (röne dekart) "Zagon Üzerine Öttürmeler"i geçirir. Kitaptaki fikirler onu çok etkiler.

11 Mart 2015 Çarşamba

Alıklar Birliği / Gerçek Bir Hastalık Mıdır?



“Gerçek tam bir hastalıktır. Sıradan bir bilinç insan yaşamı için fazlasıyla yeterlidir.”


Dostoyevski bu sözleri Yeraltından Notlar'ındaki farkındalık hastalığına fazlasıyla kapılmış karakterinin ağzından söyler. Bu öyle bir hastalıktır ki bir çok insanı tımarhanelere ya da intihara sürüklemiştir. Bazılarını ise Oblomov'un o kayıtsız tembelliğine sürükler. Bu kişileri pek çok farklı yazar -ki bunların çoğu aslında kendileri de öyledirler- konu almıştır. Aralarında eserleri ancak bugün anlaşılabilen Oğuz Atay da vardır. Tutunamayanlar'da baş karakter olan Turgut'un oldukça sıradan olan yaşamı eski dostu Selim'in ölümüyle değişmiştir. Dostunu ölüme götüren nedenleri arayan Turgut türlü olaylar sonunda onun bıraktığı yazılara ulaşır. Bu fazlasıyla kara mizah kokan şiirler, notlar kitabın asıl kısmını oluşturur. Aslında tam da bunlar yüzünden bir şiir kitabı mı, tiyatro metni mi yoksa roman mı olduğu belli olmayan bir ornitorenke dönüşmüştür Tutunamayanlar. Yazıları okudukça Turgut da farkındalık hastalığına kapılmaya başlar ve her şeyden uzaklaşır. Notlarda geçen özel insan topluluğu Tutunamayanusların arasına katılıyordur artık. Ya da kim bilir belki de çoktan onlardandır ama yeni fark ediyordur.

8 Mart 2015 Pazar

Kara Elf Üçlemesi / Kadın - Erkek Hiyerarşisinin Tersdüz Edilmesi

Yıllar önce insanların büyüyü henüz unutmadığı, doğanın gizemli ve korkunç olduğu o çağlarda kadınlar kutsal varlıklar olarak bilinirdi. Çünkü doğa -ya da Tanrı- onlara en büyük sihri vermişti yeni bir birey dünyaya getirme ayrıcalığı. Evet fiziksel olarak güçsüzdüler, korunmaya bir erkekten daha fazla ihtiyaç duyuyorlardı ama bu ayrıcalıkları onları üstün kılıyordu. Kimi kültürlerde tanrısal özelliklere sahip oldukları düşünüldü. Rahibe olarak ayrıcalıklı bir konum verildi. Erkekler en iyi avları getirerek kadınların gözüne girmeye çalıştı. Bazıları bu uğurda birbirlerini öldürdüler. Ama yerleşik hayata geçildiğinde insanın düşmanı doğadaki varlıklardan çok birbaşka insan olmaya başladığında işler yavaş yavaş değişti. Erkekler kadınları istediklerini almaya zorlayabileceklerini öğrendiler ve zamanla kadının büyüsü olarak görülen doğurganlık erkeğin marifeti olarak görülmeye başlandı. İlk çağ ve ortaçağın karanlığı erkeklerin yönettiği baskıcı bir dünyada geçti böylece. Fahişeler ortaya çıktı erkeklerin zevklerini doyurmak için. Ama her kadın güçsüz değildi. Rusya'da Kraliçe Katharina, İngiltere'de Boleyn Kadınları, Osmanlı'da dizilerle ünlenen Hürrem... Bunlar en tepelere çıkıp kendilerini gösterebilenler. Daha soylular ya da halk tabakası arasında nice böylesi erkeklerin o sapkın arzularını onların zayıflığı olarak kullanan görünüşte başını erkeğinin önünde eğen ama gerçekte gizliden gizliye yöneten kadınlar da hemen her çağda bulundu. Sanayi devriminden sonraysa bu kadınlara işçi olarak haklar başta büyük bir ayrıcalıkmışcasına sunuldu. Ama 8 Mart'ın anlam ve önemine bakarsanız, grev esnasında ölenlerin kanlarının hatırasıyla karanlık bir gün olduğunu görürsünüz. Zaten kadına verilen haklarla ilgili tüm bu şeylerin de bir ihtiyaçtan -işgücü gereksiniminden- doğduğunu söyleyebiliriz. Modernizm kadının zeki ve kendini ispatlayabilenine yükselme hakkı tanıdı ama kalanı hala aynı konumu korudu.

6 Mart 2015 Cuma

Selam ve Biraz Kelam...

Buraya uğrayan olur mu bilmiyorum ama daha çok kendim için oluşturduğum bir şey aslında. 23 yaşında bir üniversite öğrencisiyim. Küçükken zayıf bir bünyem olduğundan dolayı hayatım hastanelerde geçti diyebilirim. Okumayı okula gitmeden öğrenenlerdendim ki bu isabet olmuştu zira birinci sınıfa gideceğim o kadar ard arda hastalık geçirdim ki okul yüzü görmedim desem yeridir. İlkokul öğretmenim anlayışlıydı neyse ki ve devamsızlık konusunu sınavları geçtiğim sürece ses etmedi. Kitap okumaya da Fahri hocam alıştırmıştı beni aslında. Onun verdiği kitaplar eve ya da soğuk hastaneye kapandığım zamanlarda tek sığınağım oldu yoksa çıldırırdım her halde. Bu kadar mazim olunca kitapların benim için önemi elbette büyük oldu. Bloğun başlığı olan Kan ve küller de zaten bir kitaptan Zaman Çarkı'ndan alınma bir deyim. Robert Jordan'ın kurguladığı evrende insanların hayata, bozuluşa, kötü giden her şeye karşı sövmek lanet etmek için kullandığı ortak söz kan ve küller. Seride başka küfür geçmiyor geçmesine de gerek olmuyor zaten sadece bu iki kelimeyle içlerini dökebiliyorlar. Neyse uzun uzun onu anlatacağım nasılsa. Zaman Çarkı bu konuda zirvedir ama Yüzüklerin Efendisi, Ejderha Mızrağı, Unutulmuş Diyarlar, Ravenloft, Ölüm Kapısı gibi bir çok evreni tattım ki kitaplığımın geniş bölümünü bunlar dolduruyor. Tabii farklı türlere ve klasiklere de yöneliyorum sıkça. Popüler kültür tarzından uzak sayılırım gerçi uğrayanların az olacağını düşünme sebeplerimden biri de bu.