2 Şubat 2016 Salı

Kıyamet Senaryoları IV - Zombi İstilası

Güncel olarak internette dolaşan inanışa göre zombi aslında kökeni voodoo adetlerine uzanan bir mit. Bilinen ilk şekli dnd oynayanların iyi bileceği necromancerların yaptığı gibi ölülerin bilinçsiz saldırgan varlıklar olarak diriltilmesi. Drizzt serisini okuyanlar necromancerlarla bolca karşılaşmışlardır. Bunun yanında Vertigo denen bir tür daha var. Bu ise yenilen şeylerin ruhu etkilediğine dair bir inanıştan geliyor. Bu inanışa göre bir başka insanı yiyen kişi o kişinin yeteneklerini alır ve bunu yapmaya devam ettikçe değişim geçirir yozlaşır nihayetinde vertigo denen zombi tarzı yaratıklara dönüşür. Sürpriz bir şekilde çıkıp Until Dawn adlı oyunun ana hikayesini oluşturan bu yaratıklar oyunda fazlaca golluma benzer şekilde resmedilmişti. Smeagol'ün de kardeşini öldürmesi, daha sonra çiğ etle beslenmesi, yüzüğün yozlaştırıcı etkisiyle birleştiğinde Gollum olduğu düşünülürse yazarın vertigo mitinden etkilenmiş olabileceğini akla getiriyor. Zombi miti buralardan Hollywooda, çizgiromanlara ve kitaplara taşınıyor. Bilinen ilk örnek Mary Shelley'in Frankenstein romanı. Daha sonra pek çok uyarlaması yapılmış ve Van Hellsing gibi pek çok filme de yan karakter olarak sokuşturulmuştur. Tim Burton ise onu Frankenweenie olarak yeniden yorumlamıştır ki o yönetmenin her filmi kendine özgü tarzıyla ayrı ayrı efsaneler. The Nightmare Before Christmas ve Corpse Bride filmlerinde de zombi tarzı karakterler görmek mümkün.




Bu türde hem filmi hem kitabıyla gözü kapalı önereceğim farklı bir diğer eser Hayvan Mezarlığı. Stephen King bir insanı germekte gerçekten çok başarılı ve filmi kolay korkmayan biri olmama rağmen beni o an etkilemişti. Yine voodoo büyülerine göndermeleri olan yapımda zombi gömülen hayvanların dirilmesiyle başlıyor ve yayılıyor. Çok bir şey anlatmayayım ve sadece okuyun diyeyim.

Filmlerde klişe olarak yavaş yürüyen her tarafı çürümüş olarak çizilse de farklı yapımlar var. World War Z filminde son derece vahşi, koşan parçalayan yok etmeye odaklı tehlikeli bir zombi ırkı çiziyor. İzombie dizisinde ise özel bir uyuşturucu insanların zombiye dönüşmesine neden oluyor. Ancak bu zombiler aptal klasik zombiler değil, ölü tenli olmasına rağmen normal görünen varlıklar. Z Nation dizisi ise zombiler üzerinden komedi yapmaya yönelerek işi farklı bir kulvara taşıyor. Kuşkusuz en iyi zombi yapımıysa The Walking Death zombileri klişe sade halleriyle alıyor. Ama bunu bir drama hikayesinin üzerine oturtuyor. Bu olayların insanları nasıl etkilediği konuşuluyor. Çizgiromanla başlayan serüveni, önce dizi sonra dizide sevilen vali karakterinin anlatıldığı bir kitap serisiyle gittikçe büyüyen bir evren oluşturuyor kendine. Başarılı bir point and click geliştiren Telltale games ise önce iki oyunluk dizi dışı bambaşka karakterleri anlatan bir oyun serisi çıkardı ki bir üçüncüsünün gelmemesine doğrusu üzüldüm. Bunun yerine yeni yapılan açıklamaya göre katanalı zencimiz Michonne üzerine yeni bir oyun duyurdular. Hikaye olarak çok başarılı yapımlara imza atıyor Telltale ve umarım bunu bozmadan devam ettirir. Tek hatası oyunlarındaki seçimlerin gerçekten bir seçim olmaması. Yani bir yoldan gidip dönüp tekrar oynarken başka bir yol seçeyim dediğinizde o kadar fark yaratmadığınızı görnek kötü. Ama bu kadar gelişmiş bir oyun zaten henüz yapılmadı.

Resident Evil'da bir deney ürünü ortaya çıkan zombiler çeşit çeşit yapılarak oyuna farklılık getiriliyor. Özellikle boss olarak karşılaştığımız yaratıklar öyle iyi dizayn edilmişler ki hala konuşuluyorlar. Oyun dediğimizde efsane yapımsa kuşkusuz The Last Of Us. Sony tarafından playstation platformuna çıkan benim youtuberlardan izlediğim oyunun çıkış noktası bir bitki. Hem de gerçekte olan bazı böceklerin falan beynini etkileyip manyaklaştığı görülmüş olmasıyla ünlü olan bir bitki. Şimdilik insanları etkileyen bir versiyonu yok ama sıkça biyolojik silahlar üzerine çalışan abilerimizin başarısı mıdır bilinmez bu bitki oyunda insanları da etkiler hale getirilmiş. Sporlar dünyayı sarmış ve bir dolu yaratığın oluşmasına neden olmuş. Bunların kimi sizin sesinize gelirken kimi patlamalar falan yaratıyor. Oyun aynı zamanda hikayesiyle de akıllarda yer ediyor ki oynamadan sevme nedenim de bu. Kızını kaybeden ana karakterimiz çapulcular gibi gezerek hayatta kalmaya çalışırken bir koruma işi alıyor. Koruyacağı küçük kızı zamanla kendi kızı yerine koyan karakter sonda da bir güzel şaşırtıyor. Aslında yaptığı seçim bana göre gayet insaniydi. Klişe bir karakter olarak fedakarlıkta bulunmayı değil bir insan gibi bencilce sahip olduklarını korumayı seçti. Kendince haklıydı da. Zombiler üzerine bir başka oyunsa Dying Light. Zombi ve aksiyon temasıyla Assasins Creed ile örnekleri çoğalan platform ögelerini birleştiren, oldukça zevkli saatler geçirebileceğiniz bu oyunda zombiler geceleri normalden daha hızlı, daha vahşi ve ölümcüller.

Bu kadar film dizi oyun çıkarken elbette Japonlar da boş durmuyorlar. Bazılarının çok sevip göklere çıkardığı yeni sezonunu dört gözle beklediği bir anime serisini yarattılar. Tokyo Ghoul. Gulyabani mitinden esinlenme ama Japon kafasıyla değiştirilmiş bir ırk Ghouller. İnsan eti yiyerek besleniyorlar ama vahşi değiller. İnsanların arasında yaşamak için yöntemler geliştirmişler. Kahve içebildikleri tek insan yiyeceği ve sanırım sakinleşmelerini sağlıyor. Hep insanlara bir özlem duyduklarından nostaljik olarak tüketiyorlar. Tabii hepsi iyi huylu değil. Oburlar denen direk işi psikopatlığa vardırmış karakterler var ki ana karakterimizin yarı zombi olmasına neden olan Rize böyle biri. Animede birbirinden cins karakterler hikayeye renk katıyor, ana karakterin gelişimi de fena işlenmemiş. Tabii bir efsane sayılmaz şişirildiği kadar beklentiyi yüksek tutmamak lazım. 

İnsanların vahşiliği ve yapabilecekleri düşünüldüğünde zombi virüsüne aslında gerek bile yok. Ama bu yapımların iyi yönü bir çok geek göre izleye artık her şeye karşı hazırlıklı. Hoş bir çoğumuzun şişman ve gözlüklü ilk ölen karakterlere benzediği gibi bir gerçek de var.

1 yorum:

  1. Frankenstein klasik korku filmleri arasında en sevdiklerim arasındaydı, bunların başlıcaları Dr. Frankenstein'in yarattığı yaratığın ikinci filminde ölümü kabullenip, 'biz ölüme aitiz' diyerek yanında yaratılan gelinini de alıp intihar etmesi olmuştu. Açıkçası seri benim için bu filmiyle sonlanmıştı, zira üçüncü filminde Frank ortaya 'ölümsüz' olarak çıkmasına rağmen, gelini ortaya çıkmamıştı. Ve seriyi hakikatten seven birisi olarak daha bunun gibi birkaç hadise daha gözüme çarpmıştı. Her neyse; gulyabaniler, zombiler kesinlikle kültürler açısından farklı izlenimlerle ortaya çıksa dahi, genel olarak dediğin gibi gerek filmlerde, gerekse kitaplarda ortaya çıkmış bu senaryo. Tokyo Ghoul açısından; seriyi ilk izlediğim de oldukça heyecanlanmıştım, lâkin seyrettiğim seriler boyu 'insanlık' dediğimiz tarafı tuttuğumdan dolayı -elbette kör bir bakış açısıyla her seride 'yaşasın insanlık' dediğimi sanma- (Frankenstein'da yaratığı sevme nedenim de bu yönüydü doğrusu. Zira diğerlerinden farklı olarak durumunu kabullenmişti) ve Ghoul'larında yine insanlık içerisinde bir yaşam mücadelesi vermesinden ısınamamıştım. Elbette sadece tek yönü bu değildi, fakat yazımı uzatıp sıkma niyetinde değildim. Bu arada her yöne pencere açtığından yazını okumak keyifliydi. ^^

    YanıtlaSil