15 Mart 2016 Salı

Üçüncü Dünya Savaşı - Burak Turna / Ortadoğunun İçine Düştüğü Cendere

Bereketli Hilal yazımda ortadoğunun bütün güç odakları için nasıl bir öneme sahip olduğunu anlatmıştım. Batı demokrasi sözcüğünü çok sever ve biz cahil doğululara demokrasi dağıtmaya bayılır. Bu çok karlı bir iştir çünkü. Bölgede yaşanan karmaşa organ mafyalarından, ilaçları için denek arayan bilim adamlarına kadar bir çok kişinin işine yarar. Sonra terör ortaya çıkartılır ve çevre ülkeler tehdit altına sokulur. Bu sefer silah tüccarları para kazanmaya başlar. Bölgedeki kara paradan mafyalar kadar onları besleyen devletler de kar payını ceplerine indirirler. Ortalık iyice karıştırıldığında doğrudan NATO ya da Amerika müdahalesi yapılır. Bu sırada bir çok üs yapılır, bölgenin doğal kaynakları ele geçirilir, ülkeler çoğu bize bile açıklanmayan anlaşmalara zorlanır. Sonra bölgeye liberal ekonomi getirilir halk biraz rahat görebilir belki ancak Gordon Gekko'nun konuşmasından bahsederken dediğim gibi liberalizm sadece belli bir azınlığı beslerken diğerlerini uyutmaya yönelik bir sistemdir. Rusya'ya ilk Burger Kings açıldığında adamlar medeniyet sonunda geldi demişlerdi. Çünkü batının liberalizminin o pırıltılı albenisi onlar için medeniyetti. Adamları suçlamıyorum tabii, o kadar yıl her şeyi denk tutmaya çalışan bir hükumetin oluşturduğu inanılmaz basitlikteki bir baskıdan çıktığında ebeveyninin gözetiminden çıkmış çocuklar gibi tüm o parıltılı merak duydukları şeylere saldırmışlardı. Ortadoğunun sözde demokratik bölgelerindeki halk da böyle işte. Çılgın çocuklar gibi batının mallarına uzanıyor, ona özenip gökdelenler dikiyor, bunu yaparken daha da tembelleşiyor ve sistemin çarkı oluveriyor. Fakat bunun acısı sonradan çıkıyor. Bir kaç yıllık rahatlıktan sonra yeniden yoksullaştıklarını, soyulduklarını görüyorlar. Krizler çıkıyor, ekonomileri bozuluyor, halk mutsuz, halk isyanlarda. tüm döngü en başa dönüyor.


Döngünün bugünkü adı Arap baharı. Ortadoğu'da yine bir zamanlar batının eliyle yerleştirilen ve ilk zamanlarında halkı tarafından sevilen liderler inanılmaz bir barbarlıkla indirildiler. Ama bu durumdan etkilenen bir ülke var ki 2011 yılında bugün başlayan iç savaş hala durmadığı gibi giderek arttı. Bu kadar büyümesinin nedeni palazlanan Rusya'nın bölgede pay istemesiydi. Soğuk Savaş döneminin o günlerinden kalma görüntüler yaşandı. İki büyük devlet birbirlerine aşık atarken çizmelerinin altında zavallı Ortadoğu halkı ezildi. Açlık görüldü. İç savaş artınca peşine bir terör örgütü illa ki çöreklenir bölgeye demiştim. Afgan topraklarında bu Taliban olmuştu ve bölgenin yaşadığı acıları geçirdiği süreci Khaled Hosseini'nin kitaplarında görebilirsiniz. Durum hala tamamen orada yazıldığından çok farklı değil. İki devletin arasındaki halk bölünürken hükumet yanlısı grubun ipini Rusya, muhaliflerin ipini de Amerika ve oyuna onun adına giren Türkiye tuttu. Ortam gerilince bölgedeki kaostan Taliban'ın karşılığı şimdilerdeki popüler ismiyle DAEŞ çöreklendi. Biz bu ismi ne hikmetse tapeler döneminin sonunda Süleyman Şah olayları sırasında savaş çıkarma planları yapılırken duyuverdik. Hakan Fidan büyük bir soğukkanlılıkla bombalardan, savaş çıkarmadan bahsediyordu. Sözde İslam söylemiyle terör yükseldi ve kaçınılmaz olarak bize de yansıdı. Önce bitmeyen çilemiz PKK türevi örgütlerle DAEŞ çatıştı. Kobani'de çok kan döküldü. Ankara'da ilk patlama yaşandı. Bunlar olurken bazıları kayıtsız kaldılar ama yılan dönüp dolaşıp onları da soktu elbette. Biri benim doğum günüm 17 Şubat'ta oldu ve sevincimi kursağımda bıraktı.İnsanın doğum gününde böyle bir haber alması ne acıdır bilemezsiniz. İkincisi diğeri 13 Mart'ta ard arda iki bomba bu sefer tamamen masum sivilleri hedef aldı. Devletin başkentinde masum insanlar öldüler. 

Aynı terör rüzgarı batıyı da vurmuş ve Paris 13 Kasım 2015'te tarihinde ilk kez Ortadoğu'nun terörü ile karşılaşmıştı. Tıpkı 12 Eylül'de Amerika'nın tanıştığı gibi. Amerika saldırı ile karşılaştığında Bush hükumeti buna bölgeyi kana bulayacak etkileri özellikle Irak'ta hala süren bir dizi saldırıyla karşılık vermişti. İçine Türkiye'nin de katıldığı tüm bu Ortadoğu coğrafyası ve İslam terörle kanla birlikte anılıyor. Batının halkı bize karşı düşmanca hislerle dolduruluyor. Biz nasıl İsrail'i kanlı bir devlet olarak görüp halkından nefret ederek büyütüldüysek o batıya da yansıyor. Avrupa'da ise oradaki zaten mevcut göçmen nüfusun etkisiyle bu kadar sert bir düşmanlık beslenemiyordu. Ancak geçtiğimiz yıllarda göçmen konusunda en açık fikirli olan İsveç bile artık kararını değiştirme yoluna giderken geçtiğimiz günlerde ılımlı duruşuyla bilinen Merkel'in de yabancılar konusunda daha sert olmaya zorlandığını duydum. Tüm bunları bir dönem gündeme düşüp sonra akıllardan silinen birkaç yabancı karşıtı olaya, devletlerin çeşitli nedenlerle Türk çocuklarına el koyması gibi skandal iddialarla birleştirdiğinde ortaya sıkıntılı bir görüntü çıkıyor. Biz doğuluların hayran olduğu başımız sıkıştığında da belki buradakinden bile daha rahat olur işte fırsat diyip yollarına düştüğü Batı artık bizi istemiyor. Bir parça derin devlet, bir parça amerikan egemen dünyanın sonunda biz ortadoğuluların düşeceği durumu anlatan distopik kitapların ünlü olduğu dönemleri hatırlar mısınız? Hani şu Metal Fırtına serilerinin patladığı Orkun Uçar ve Burak Turna'nın hızla ünleniverdiği dönemler. İşte o dönemler Burak Turna Üçüncü Dünya Savaşı diye bir distopik kitap yazmıştı. Kitapta Avrupa tarihindeki kanlı bir olayı Kristal Gece'yi oradaki göçmen nüfus için tekrarlıyordu. Okuduğumda daha ortaokuldaydım ve o günlerden bugüne hep bu distopyanın gerçek olmasından korktum. Tablo ortada adım adım ona doğru götürülüyoruz aslında. 

Tüm bu sebepler yüzünden bölge kendi yaralarını kendi sarmasını öyle ya da böyle becerebilmek zorunda. Çok zor ama tüm bunlar devam ederse oldukça sıkıntılı bir gelecek bekliyor bizi. Kim bilir batının gerçek yüzünü görmemiz Yaşar Kemal'in kitabındaki karıncalar gibi sonunda kendimiz için bir şeyler yapmamızı sağlayacak uyanışın başlangıcı olur. Sonumuz hayırlı olsun.

2 yorum:

  1. Her seferinde aynı şey oluyor, “kimdi bu insanlar” diye soruyorum, “kimdi bu ölümlerine üzüldüğümüz, ağladığımız, acılarını kutsal bir ayin gibi paylaştığımız insanlar?”
    Kimdi bu günahsızlar?
    Kimdi bu başkalarının günahlarını, ömürlerini korkunç bir patlamanın sesini duyup, alevler arasında bitirerek ödeyenler?
    Kimdi bu insanlar?
    İsimleri birkaç gün sonra listeler halinde yayınlanıp, yakınlarından başka hiç kimsenin hafızasında yer bırakmadan hayatımızdan geçip gidecek bu insanlar kimdi?
    Kim olduklarını bilmiyorum ama herkes gibi ben de tahmin edebiliyorum, çoğu kıt bir bütçeyle yapılmış bir pazar gezmesinden dönen insanlardı, aralarında “çaylak” olduğu için “pazar nöbetine” bırakılmış genç işçilerle, memurlar da vardı herhalde.
    Büyük bir ihtimalle yorgundular.
    Otobüste bir yer buldukları için sevinmiş, pazar gezmesinde kendilerine bakan bir genç kızın ya da bir delikanlının hayaliyle başlarını cama dayayıp uyumaya hazırlanmışlardı.
    Öyle yorgun öldüler.
    Tek suçları, günahlarla, yolsuzlukluklarla, sefil ihtiraslarla dolu bir ülkenin başkentinde yaşamaktı.
    Başka bir ülkede yaşıyor olsalardı, şimdi sevdikleri bir televizyon programının karşısında, yarınla ilgili planlar kurarak soydukları bir portakalı yiyor olacaklardı.
    Niye öldü bu insanlar?
    Niye öldü?
    — Ahmet Altan, Medya ve Ölüm (13.03.2016)

    YanıtlaSil