19 Nisan 2015 Pazar

Narziss ve Goldmund - Amélie / İlk Mim Yazım

Vay be abone sayım 60'a ulaşmış. Aklıma şu yandaki pek tatlı arkadaş geldi. Gördüğüm en küçük youtuber olan arkadaş mario delisidir. Bu videoyu paylaştığında bu kadar kişiyi bile büyük başarı olarak görmüş ki keyfine diyecek yok. Sonrasında bu davranışı sosyal medyada ilgi konusu oluyor tıpkı Türk'ün Sanal Dünya ile İmtihanı yazımın diğer kahramanları gibi. Ben de mi yapsam ne. Yok ama şirinlikten kaybediyorum, olanı da kaçar. Zaten konuşmada da pek iyi sayılmam ama onun yerine bir mim yapacağım.  Bloglar birbirlerini tanımak için mim diye bir şey üretmişler, ben daha yeni öğrendim sayılır ama siz iyi bilirsiniz elbet. Adı neden mim olmuş bilen duyan varsa açıklasın. Aslında kaynaşmak tanışmak için eğlenceli bir yol. Forum üzerinden karşılıklı karakterin gözünden olay anlatma şeklinde yapılan rpg sitelerinde bu tip soru sorma başlıkları vardı. Ara sıra o tip soruları cevaplardım. Ama blog için ilk mim olayına Burçak Gülsüm sayesinde girmiş bulundum. Sanırım tam bir blogger olduğumun resmidir. Kendisine buradan teşekkürler. Bu aynı zamanda en kişisel yazım olmuş olacak. Gevezeliği sever bir insan olarak bunu da epeyce uzatacağım muhtemelen. Hadi bakalım. 



1)En son okuduğun kitap?

Herman Hesse'nin Narziss ve Goldmund'u okudum efenim. Bunu da böyle anlatmış olayım. Bahar Şenliği kapsamında hazırladığım listede vardı. Yazarların önerileri için idefixin yazarlara sorup hazırladığı listede vardı. İlginç bir konusu var. Kitap Goldmund adlı hayatı üzerine kurulu. Hikaye Mevlana gibi başlayıp Ömer Hayyam'a dönüşüyor. Mevlana diyorum çünkü kitabın başlangıcı Goldmund'un kendinden çok farklı dünya görüşü ve algılayışa sahip ilginç bir karakter olan Narziss ile dostluğu üzerine. İstenmeyen bir çocuk olan Goldmund babası tarafından manastıra bırakılıyor. İnsanları tanımak konusunda doğaüstü bir becerisi olan Narziss ona karşı derin bir ilgi besliyor, Başta öğrencilere eşit davranmak adına kendini geri tutsa da gel zaman git zaman baya muhabbet kuruluyor aralarında. Aralarındaki bu dostluk manastırdakilerin hoşnutsuz bakışlarına neden oluyor. Ben başlarda kitabın adından da düşünüleceği üzere hikayenin buradan yürüyüp gideceğini düşündüm ama tam olarak öyle olmadı. Evet tıpkı Şems gibi aralarından birisi sonradan ayrıldı ve yollara düştü. Aynı şekilde birbirlerini asla unutmadılar ama Narziss manastırdan ayrıldıktan sonra Mevlana tarzı kişiliğini bırakıp Ömer Hayyam'a dönüşmeye başladı. Hayyam'ın şiirlerindeki tarzda bir yaşamı oldu. Hani demiş ya Hayyam...


Düşünce göklerinin baş konağı sevgidir sevgi;
Gençlik destanının baş yaprağı sevgidir sevgi;
Ey sevginin sırlarından habersiz yaşayanlar,
Bilin ki tüm varlığın baş kaynağı sevgidir sevgi.."


O da seviyor işte her şeyden önce sevmeyi seviyor. Hiçbir kadını reddetmiyor ilişkileri de arttıkça artıyor. Önce evli kadınlar kenara çekip yasak aşklarını yaşadılar o dönemin erkeklerin pek söylemediği lafları kıvırabilmesi dışında çok bir numarası yoktu oysa ki. Belki temiz ve meraklı masumiyeti de çekmiş olabilir. Ama Goldmund bunu fazla fazla kullandı. Her birlikte olduğu kadını sanki ilk aşkı gibi seviyor, bazıları çabuk silinse de bazılarını asla unutmuyordu. Sevmeye, hazlara düşkün bir yaşamdı onunki. Aslında biraz da kadınlardan annesini arıyordu, evet ilginçleştiren kısım bu. Kadınları tanımak istiyordu ve bu haz oyunlarından öğrendikleri puzzle parçaları gibi zihnindeki anne imgesini dolduruyordu. Karakter dünyanın vereceği hazları tattıktan sonra sanatı öğrendi. Ağaçtan heykeller oymaya başladı. İçindeki boşluğu bu sefer onunla doldurmaya çalıştı. Yaşamındaki insanları azizlere meleklere dönüştürdü. Doğrusu bu ruh onda her zaman vardı ve onun için gerçek yoldu ama bu işten de sıkıldı ve ilk eserini tamamladığında daha ileri gidemeyeceğini düşünüp bıraktı ve bu sefer cezalandırır gibi kader ona dünyanın karanlık taraflarını gösterdi. Tanrı'nın iyiliğinden şüphe etmeye başladı. Derken sonunda eski dostuyla buluştu ve annesini anlattığı son yapıtını yaptıktan sonra duramayıp yeniden yollara düştü ama bu sefer eski Goldmund değildi artık ve yolculuğu kısa sürdü. Bu olayların genel hattı sadece. Kitabın asıl güzelliği ayrıntılarında gizli. O ince ayrıntılarda o kadar güzel şeyler gizli ki felsefeden hoşlanıyorsanız ve farklı bir kitap arıyorsanız alıp okumanız lazım. Kitapta bilim üzerine, din ve Tanrı üzerine, sanat üzerine öyle güzel tespitler var ve karakterler öyle güzel anlatılmış ki gerçekten bir etki bırakıyor üzerinizde. Hele ki hayatı boyunca tüm kadınlarda annesini bulan ve sonunda öldüğünde de kendisini inanmadığı Tanrı'nın gönderdiği ölüm meleğinin değil annesinin alacağını düşünen Goldmund'un şu sözleri Narziss'i vurduğu kadar beni de vurmuştu.

"Peki sen bir gün nasıl öleceksin Narziss, bir annen yok çünkü? Annesiz bir insan nasıl sevebilir, annesiz bir insan nasıl ölebilir?"

2)En son izlediğin film?

Le Fabuleux Destin d'Amélie Poulain ya da kısaca Amélie. Filmde çok büyük aksiyon olsun diye düşünen biri değilim ilginç geldiği böyle hakkında uzun düşüncelere dalacağım bana bir şeyi çok iyi gösteren ya da bilmediğim bir şey öğreten her yapımı bayıla bayıla izlerim. Paylaştığım birkaç filmden zevkimi az buçuk bilirsiniz. Fransız filmlerine gelince... İtiraf ediyorum Fransız filmlerinden genellikle hoşlanmam. Beğenilme söz konusuysa bir sıfır geride başlar benim için bir Fransız filmi. Bilmiyorum belki de henüz onlardaki sanatı kavrayacak düzeyde değilimdir. Bu yüzden sonuna kadar izleyebilmem için gerçekten ama gerçekten çok güzel olması gerekir. Amélie işte böyle bir filmdi. Fazla takıntılı bir ailenin etkisiyle asosyal olarak büyümüş bir kız karakterimiz. Yalnız ve insanlardan kopuk büyüyor öyle ki babası kendisine nadiren dokunduğu için her dokunduğu anda kalbi hızlanıyor diye kalp hastası sanılıyor. O da ilginç bir hayal gücüyle insanlarla oynayarak kendini eğlendirmeye başlıyor. Öyle ya da böyle onu kendinize musallat ettiyseniz ciddi bir bela almışsınız demektir. İnce ince öyle işkence ediyor, psikolojinizle oynuyor ki dayak yeseniz daha iyi. İyilik yapmaya karar verdikten sonra bile bunu insanların hayatlarına istemsizce dalıp onlarla oynayarak yapıyor. Böyle bir karakter aşık olursa ne olur peki? Aşık olduğu çocukla oynamaya başlar bu sefer elbette. Eh bu da onun sevme ve sevgisini gösterme şeklidir. Gizemli kızı oynayan pek çok tipleme gördüm ama bu en ilginciydi. Çok farklı, çekici, yer yer mizahla yüklü sıcak bir hikayesi vardı. Olaylar çoğu Fransız filminden daha akıcıydı. Audrey Tautou'nun mükemmel bir oyuncu olduğunu da bu filmle keşfetmiş oldum. 

3)Siyah mı, Beyaz mı?

Kıyafetler için düşünürsek şimdi her ne kadar kir kapsa da beyazı siyaha tercih ederim. Antalya'nın sıcağında yaşayınca siyah giymek ve güneşi hışımlı bir boğa gibi üzerinize çekmek hele ki yaz günlerinde cesaret ister biraz. Hatta bu yüzden bu kara çarşaflı tarikatların Antalya'da ikamet edenlerine imreniyorum. Siyah erkeğe en iyi takım elbisede gider ama onu da hiç sevmem şahsen. Şu sıra gardrobumdaki tek siyah yaz giysisi çok sevdiğim bir dostumun ailesinin hediyesi olarak sakladığım tişört. Ara sıra giyiyorum yine onu, güneşin hiddetini fazla üzerime çekmemeyi umarak. Sağdan soldan yakıştığını söylüyorlar ama bilemeyeceğim.

Renklerin uyandırdığı sembolik anlamlara bakarsak o zaman siyah derim işte. Bir kere karamsar bir adam olduğum yazılarımın sonlarına eklediğim bir iki umut dolu laf dışında epeyce belli oluyordur. İkincisi Black filminde hem kör hem sağır olan karakterin o düştüğü sonsuz ve derin hiçliğin imgesi olarak da siyah çok çekici bir renk. 

Ha bir de çoğu Türk erkeği sarışınlara, kızıllara aşk beslerken benim ilgimi her daim esmerler çekiyor kadınlarda. Sanırım toplarsak siyah çıkıyor. Şu soruyu bu kadar derin düşünmenin anlamı neydi inanın ben de bilmiyorum. Görmemişin mimi olmuş... Neyse devam.

4)Tiyatro mu, Sinema mı?

Doğrusunu isterseniz tiyatroyu severim. Ancak sahnede izlediğim tiyatro maalesef çok az. Televizyon ya da internet üzerinden izlediklerime gelirsek: Devekuşu Kabare, Bir Demet Tiyatro gibi eski yapımları bayıla bayıla izlerim. Onların modern versiyonları Güldür Güldür ya da Çok Güzel Hareketler Bunlar gibi yapımları ise bazen severim bazen sıkılır zaplarım. Tiyatro ile ilişkim bundan ibaret, o konuda kültürsüz kaldım maalesef. Ama sinema, kitaptan sonraki büyük tutkumdur. Bir kere olayın daha fazla içine giriyorsunuz her şeyin bir dekor olduğunu pek anlamadığınızdan daha gerçek geliyor ve bu illüzyon sayesinde büyüsüne daha kolay kapılıyorsunuz. Sinemadayken kaptırıp giden bir insanım ve genelde izlerken yanımda birini isterim hemen o an yorumlarımı falan paylaşıp olayı onunla birlikte yaşamak için. Pek sessiz film izleyen biri olmadığımdan da genelde evde izlerim. 

Ha ama hangisi gerçekten sanattır derseniz yanlış yapsa on defa çekip çekip düzeltme şansı olan sinemayı değil tek bir hatanızda tüm oyun berbat olacağı için son derece iyi çalışmanız gereken tiyatroyu seçerim elbette. Gerçek oyuncular tiyatroda pişerler. Keşke fırsatım olsaydı da düzenli bir tiyatroya gitme alışkanlığı geliştirebilseydim, o zaman bir çok güzel eserden bahsedebilirdim burada.

5)Mesaj mı, aramak mı?

Yazmakta konuşmaktan iyi olduğum söylenir. İlk tanıştığım ya da az konuştuğum insanlarla konuşurken biraz tutukluk yaşıyorum. O hali üzerimden atmak için biraz zaman gerekiyor. Bu da iletişimde kopukluklara neden oluyor. Eskiden çok fenaydı bu yönüm şimdi baya düzeldi diyebilirim. Yine de mesaj her zaman tercihim. Öyle daha rahatım.

6)Hep olmasını istediğin hayalin?

Yazar olmak. İlk kısa öykümü birinci sınıftayken yazmıştım. Erken okumayı öğrendiğim için bana sürekli kitaplar getiren Fahri hocama okutmak için. Aslında hikaye tam bir komediydi. Bir çocuğun çalışma masasındaki eşyaları dillendirmiştim. Silgisi, kalemi, kalemtraşı, defteri, kitapları çocuk aralarından ayrıldıktan sonra kendi aralarında bir sohbete giriyorlardı. O konuşmalar üzerinden de çocuğun karakterinin ayrıntılarıyla birlikte eşyaların yaşamına kendimce duyduğum empatiyi aktarmıştım. Fahri hocam okuyunca şöyle bir bakmış gülmüş ve "Mesleğin de hazırmış, uydur uydur yaz. Bırakma sakın." demişti. Ben de bir heves devam ettim. Yalnız yazdıklarım fikir olarak aklımın bir köşesinde olsa da yazıya geçirme noktasında yarım kalmış durumdalar. İşte bu kaderin bir gün değişebilmesini hayal ediyorum. Bir kitabı bastırmak, sonra yazar günlerinde okuyucumla buluşmak, onlarla sohbet etmek falan hoş şeyler bunlar.

7)Gelecekte kendin için ne düşlersin?

Yukarıda dediğim gibi kitaplarımın basılmalı önce. Sonra cebimdeki biraz parayla dünyayı keşfe çıkmalıyım. Farklı insanlar tanımalıyım, farklı hikayeler dinlemeliyim onlardan. Kitaplardan, film, dizi, ve animelerden tanıdığım kültürlere, yaşantıları içinden tanımış olmak ve bu yolculuklarla, yaşantılarla pişmek isterdim. Eskiden beri olan bir istekti bu ama Goldmund ile daha bir arttı. Meslek olarak da şu sıralar hedefim akademisyenlik. Bunun için çalışıyorum epeyce ama bilmiyorum artık sonuç ne olur.

8)Burası olmasa hangi ülkede yaşamak isterdin? Neden?

İtalya ya da İspanya sanırım. Mimarilerine bayılmamın yanında İtalya'ya Assasin's Creed serisinin Ezio'su, İspanya'ya ise maskeli kahraman Zorro ile başlayan bir ilgim var. Bunların ikisi de olmasa Japonya. Yalnız Japonya şehir olarak çok güzel olsa da azalsa bile halen olan o katı, kuralcı, kapalı yaşantıları benim için epey zorlayıcı olurdu.

9)Bloğuma 10 üzerinden kaç verirsin? Devamlılığı için tavsiyen ne olur?

Bunu bana soruyorsun? Ciddi misin? Henüz blog işinde fazlaca yeni biri olarak bu konuda gurmelik edemem. O yüzden puanlamada bulunmuyorum. Dosya masrafı geri ödemesini ödememek için rakamlarla çok güzel oynayıp kendini haklı çıkarmak için yaptıklarıyla bana aksini kanıtlasalar da malum firma diyor ya hani o albenili reklamlarında "Bizim işimiz rakamlarla değil, insanlarla!" diye. Heh işte cidden o buraya çok iyi oluyor. Burada yaptığımız sosyal bir iş ve değerler sayıyla ifade edilemez. Yazarlığı da böyle gördüğümden dolayı sevdiğimi sevmediğimi anlatıyor ama puanlamaya girmiyorum. Çok politik oldu dimi. 

Devamlılık için de her şeyden önce içten ve samimi olmalı diyorum. Onun dışında madem bilgi veren yazıları seviyorsun yabancı siteleri takip edip daha az duyulan şeyleri ilk çevirip paylaşanlardan olabilirsin. İzlediğim kadarıyla üye sayısı çan eğrisi gibi bir süre hızlı bir artışla ortak ilgiye sahip kişilere yayılıyor sonra yavaşlama ve durgunluk evresine giriyor. Zamanla da eski takipçilerin ilgileri dağılabiliyor. Bu yüzden eldekileri iyi tutmak takipçi sayını artırmaktan daha önemli.

Deeptone , Kitap Cumhuriyetimıkıntı mimliyorum ben de. Tabii kabul ederlerse. Özellikle blogum hakkındaki fikirlerini merak ediyorum.

34 yorum:

  1. gelcem yine. hermann hesse en sevdiğim yazar yaa. onun yüzünden başladım yazmaya valla :) amelie sevilmez mi. görüşürüz. tabii ki çok olumlu düşüncelerim blogunla ilgili. mim taam :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Hesse'den okuduğum ilk kitabım. Varsa bir önerin onu da ekleyeyim listeme.

      Sil
  2. kitap cumhuriyetim çok sevdiğim eski arkadaşım bu arada, ıkıntı daha yeni ve sevdiklerimden o'lord :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. hey deep naber?2 el pes atalım mı bro:) Seviliyorsun:)

      Sil
    2. taam ben bayern sen real :)

      Sil
  3. Çok teşekkür ederim beni kırmadığın, içten ve upuuuzzuuun cevapların için :)) Çok samimi olmuş. Artık seni daha çok tanıyoruz :))

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Güzel soruların için de ben teşekkür ederim. Kendimi anlatabilmişimdir umarım.

      Sil
    2. Çok güzel anlatmışsın. Ayrıca o aklındakileri yazmanı ve bizim de bir gün okumamızı çok isterim. Çünkü anlatımını ve betimlemelerini beğeniyorum. İnanıyorum ki tasarladığın ve ortaya çıkaracağın yazılarda çok güzel ve ilginç olacaktır.

      Sil
  4. demek ilk mimin. du mimleyim de gör gününü :)

    YanıtlaSil
  5. nadir okudugum keyifli mimlerdendi.
    bu kadar kendi olabilen bir insan nasıl oluyor da kendini karamsar olarak ifade ediyor öncelikle bunu anlamış degilim
    sanki karamsarlıgı uzerine alıp giymişsin ama uzgunum sana birkaç beden buyuk gelmiş
    mimdeki her cevabına yorum yapmak istedim aslında uzun uzun
    ama şu cumle beni de vurdu:

    "Peki sen bir gün nasıl öleceksin Narziss, bir annen yok çünkü? Annesiz bir insan nasıl sevebilir, annesiz bir insan nasıl ölebilir?"
    bu kitabı okumalıyım

    amelie filmine gelince Fransız filmlerini çok severim Amelieyi ayrı bir severim. Audrey Tautou nun oyunculugu zaten tartışılmaz. Sanırım tum filmlerini izlmiş olmalıyım...
    Fransız filmleirni izlerken ışıgına rengine muzigine kapılırım ve konuya hakim olmam çok vakit almaz bu yuzden. Yani keyifle izlerim.
    Son kez söylemek istedigim umarım o hayalini gerçekleştirirsin ve biz seni burdan okumakla yetinmeyip kitaplarını da ediniriz.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. İki beden büyük ha. İlginç bir tanımlama oldu bu şimdi. Eğer karamsarlık sürekli bunalımlı bir halse çok öyle görünmediğimi söyleyebilirim haklısın. Ama ne zaman dünyanın geçmişi, geleceği ve bugünü üzerine düşünsem Goldmund gibi bir karamsarlık çöküyor üstüme. Bu yazılarıma da yansıyor ister istemez. Bir şeylerin düzeleceğine inanmıyorum pek sonra ya kendimi kandırmaya çalışıyorum ya da kendimi bir şeylere verip bastırıyorum.

      Kitap güzeldi evet. Felsefe seviyorsan hele okumalısın.

      Sil
    2. o zaman şoyle demeliyiz dusunebilen her birey karamsardır
      ama bu bir ruh hali olarak yansımamalı
      sanırım hepimiz bastırıyoruz bunu

      Sil
    3. Peki. Öyle diyelim o vakit.

      Sil
  6. Hesse'in Sidarta'sını okumadıysan tavsiye ederim.. Dilerim hayalin gerçek olur zira çok olası bir şey ben yazılarını seve seve okuyorum çünkü :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bakalım özgün ve yarım kalmamış bir kurgu oluşturabilirsem yazacağım.

      Sil
  7. Neden mim yapmadığımı, bana yazdığın yoruma cevaben açıkladım ama "Blogun hakkındaki görüşlerimi vakit bulup bütün yazılarını okuduktan sonraya saklıyorum" demeye geldim. Gelmişken şunları da diyip gideyim :)
    "amelie benim de en sevdiklerimdendir" "assasins creed severek oynadığım bir oyundu"

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teknik sorunları bolca çıksa ve seri üretime bağlasa da hikayesi için sonuna kadar takip edeceğim bir oyun serisi Assasins Creed. En çok da oyunu falan bırakıp açık dünyada şehri gezmeyi seviyorum. O konuda baya başarılılar bence. O havayı iyi veriyorlar.

      Sil
  8. Çok güzel bir mim olmuş,Sağol beni de mimlediğin için.Birazdan cevapları yazarım.Bloğun hakkında çok pozitif şeyler düşünüyorum.Bence çok güzel yazıyorsun,başarılı buluyorum seni.Böyle devam et kardeşim.Bu arada takipçi sayısına takılma derim.Yani çok fazla üyesi olupda tırt olan çok blog gördüm.Hatta sürekli çekiliş yaparak bloglarını üyeyle şişirme politikasında olan nice bloglar tanıdım.Ancak önemli olan üye değil,özgün ve faydalı içerik bence.Üye az olsun ama öz olsun benim düşünceme göre.Zaten emin ol yazdıkça seni bir şekilde bulacaklar:) Sevgiler,hayırlı günler kardeşim..

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. O işin geyiğiydi yahu. Üye sayısı öyle takıntı yaptığım bir şey değildir. Açtığımda bir kişinin gelip bakacağını bile ummuyordum hani. Ama destekleyici sözlerin için teşekkürler.

      Sil
  9. Siyah mı beyaz mı? noktasında koptum. hevesli blogcusun vesselam.
    Hesse'nin Siddharta'sını sevmemiştim ama Goldmund'u sevebilirim gibi geldi.
    Fransız filmi deyince ben resmen irkiliyorum; Cache diye bir film izlemiştim ilk olarak, abartmıyorum açılış sahnesinde 5 dakika hiç bir şey olmadan bir sokağı seyrediyorsun. Filmde bir sorun var sanmıştım:) Hiç sevmem ama Amelie başka. Masalsı filmlere bayılıyorum. Fantastik değil masalsı olanlara. Harry Potter vs denemedim bile.

    Blog işi tuhaf..Beş yıl oldu benim ama hala acemiyim. Seni çok beğeniyorum bu arada, ciddi bir heves ve emekle yazıyorsun; iş olsun diye değil.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Okuyanların beğenmesi hevesimi artırıyor doğrusu. Umarım böyle de gider. Siyah beyazı yazarken ben de eğlenmiştim.

      Sil
  10. umarım, en kısa zamanda hayalinize kavuşursunuz ve kitabınızı kitaplığımıza ekleriz... sevgiler..

    YanıtlaSil
  11. amelie filmini ve müziklerini çok severim,
    mim cevaplarınız çok hoş, nice güzel mimlere ve güzel paylaşımlara..

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Farklı bir filmdi. Bir daha izlerim kesin onu.

      Sil
  12. Amelia filmini çooook severim. :)
    Fransız filmlerine bayılırım ben..tuhaftır farklıdır absürddür bazen ne bileyim seviyorum..belki dillerine de bayıldığım içindir..
    http://loveandsmile.wordpress.com/

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Fransızca cidden çok hoş bir dil. Şiirsel. Ancak filmleri çok durgun geliyor bir iki güzel film bunun dışında ama. Amelie bunlardan biriydi.

      Sil
  13. Ne güzel cevaplar. Fransız filmlerini ben de çok severim. Ayrıca bu mimlerin yabancı bloglardaki adı tag, çevirirken mim diye çevirmişler. Siyah beyaz sorusunun cevabını ben de sevdim :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok göreceli bir soru ama. Neye göre kime göre. Neden insanlar sürekli bu iki renge takılırlar o da ayrı muamma.

      Sil
  14. Oha ya bir an videodaki çocuk sensin sandım ve baya kalp krizi geçirdim :D

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Yok keşke o yaşta kalsaydım sonraki yazımda dediğim gibi ama değilim. 23 yaşındayım ben etim kartlaşmaya başladı artık.

      Ayrıca ben burada politika falan konuşuyorum yahu. O çocuğa benim düşündüklerimi düşünmek ağır gelir. Gençliği solar yazıktır. Her şeyin zamanı var. Ama abone olun destek olun çok tatlı biri. Her 10 abonede bir böyle videolar yapmış 45te oha diyorum demiş şaşkınlıkla 60taki hali de bu. Ama bu videodan sonra 1000leri bulmuş izleyicisi. :D

      Sil
  15. Narziss ve Goldmund'la ilgili yazarken ayni cumleyi alintilamamiz komik olmus :) Ayrica, bu videodaki cocuk kadar kucuk olmasan da cok gencsin. Bu yasta okuduklarini oldukca derinlikli ve titiz yorumluyorsun. Tekrar tebrikler.

    YanıtlaSil