2 Nisan 2015 Perşembe

Cam Çocuk & Filmler / Engelsiz Yaşam


Herkes bir gün engelli olabilir. Ne kadar dikkat ederseniz edin, bir gün ummadığınız bir şekilde bu kadere yakalanabilirsiniz. Her geçen gün artan inşaatlardan birinden kafanıza düşen bir demir ya da tuğla sizi geri zekalı bırakabilir, bir araba kazası sakat bırakabilir. Ev kazaları, iş kazaları... Oysa insanlar yine her zaman yaptıklarını yapıyorlar. Hiç öyle olmayacakmış gibi yaşıyorlar. Onlardan birini gördüklerinde ya cıkcıklayıp acıyan bakışlar atıyorlar, ya da yüzlerini çeviriyorlar. Çoğu engelli yalnız büyüyor, özellikle zihinsel engelli olanlar ya alay konusu oluyorlar, ya da korkuluyor. Engellilerle fazlasıyla çok kez yollarım kesiştiği için bu konuda fazlaca hassasım. Yakın bir akrabam zihinsel engelli, durumu başkalarıyla ilişki kurabilecek kadar iyi ama yaramaz bir veledin kardeşinin bebek bezini alıp ona pamuk şeker diye yutturmasını sağlayabilecek kadar da saf. İyi arkadaşlarımdan birinin kardeşi daha kötü durumda çünkü doğru dürüst iletişim kuramıyor. Ama o da herkes kadar ilgi istiyor ve bunu farklı şekillerde ifade etmeye çalışıyor. Şeker hastası tanıdıklarım var ki bu pek görünen bir engel olmasa da özellikle bazılarının yaşam kalitesini fazlasıyla etkiliyor. MS hastalığı yüzünden sakat kalmış bir üniversite hocam var ama o da her şeye rağmen biraz kendine biraz bize "Gülümseyin." diyerek hayata tutunmaya çalışıyor. İnternetten tanıştığım bir başkası ise başı hariç vücudunu kontrol edemiyor ama ağzına aldığı kalemle klavye kullanıyor, çenesiyle fare yönetiyor, o şekilde bizimle irtibat kurabiliyor her şeyi ağzıyla yapmak zorunda kalıyor ama hayata bir yerinden tutunuyor. Hayata tutunmak biz normaller için bile bu kadar zorken onlar için ne kadar zor tahmin edebiliyor musunuz? Ama yapıyorlar, ellerinde kalan şeyle yaşamak için çaba sarf ediyorlar. Bizi utandırırcasına. Onlarla ilgili çok yazıldı, filmler yapıldı. Hepsine burada değinmek mümkün değil ama en azından bazılarını çarpıcı şekilde uç örnekleri anlatmaya çalışacağım. Uzun süredir yazmayı planlıyordum bu yazıyı kısmet 2 Nisan Otizm Farkındalık Günü'neymiş. Güzel oldu.



İlk olarak bir hint filminden bahsedeceğim: Black, bize hem kör hem de sağır bir şekilde doğan bir kızın hikayesini anlatıyor. Durumunu hayal edebiliyor musunuz? Duyusal açıdan engelli olanlar bir diğer duyularına tutunurlar. Kulakları sağır olanlar gözleriyle dudak okumaya ya da hareketleri takip etmeye çalışırlar. İşaret dili onlara öğretilirse en azından bu yolla iletişim kurabilirler. Görme engelliler bu sefer her şeyin sesine dikkat kesilirler, uzun sopalarıyla çıkardıkları seslerle yollarını anlamaya çalışırlar. Başkalarını ayak seslerinden tanımaya çalışırlar. Ama ya bu ikisi hem de doğuştan sizde yoksa? İşte o zaman dipsiz bir kuyuda aşırı duyarsızlaşmış bir şekilde yaşarsınız. Gerçek bir hikayenin kurguyla birleştirilmesinden oluşmuş filmin Türk versiyonu "Benim Dünyam" da hemen hemen aynı senaryoyla yapıldı. Orjinali en güzeli elbette ama Türk versiyonu da en azından hint filmlerinden uzak olanlara bir kez daha tanıtmış olmasıyla önemli. Filmde kızımızın hayata nasıl tutunduğu anlatılırken bir taraftan engellilere nasıl davranılması gerektiğinin bir dersi veriliyor. İlk başta kıza ailesi bir zihinsel engelli gibi davranıyorlar eve kapatıyorlar, görgü kurallarından bihaber bir hayvan gibi yaşamasına izin veriyorlar. Görgü kurallarına çok bağlı bir insan değilim ama onun durumunda bu insanlık dışına itmenin bir başka yolu. Sonra en sonunda bir hoca tutuluyor ve adam kızın hayatını değiştiriyor. O karanlığa düşmüş deliliğin eşiğinde küçük kızdan bir hanımefendi yaratıyor ve toplumca kabul gören birine çeviriyor. Ama tüm bunları yaparken kendisi aizenheimer oluyor -filmin başında görüyorsunuz bunu o yüzden spoiler sayılmaz.- ve bu sefer roller değişiyor. Hocasını karanlıktan çıkarma yolu ona düşüyor. İstediğiniz versiyonu izleyin çok etkileneceksiniz. Gerçekten tüyler ürpertici bir hikayesi var ve çok şey katıyor insana. En önemli ders ise ne olurlarsa olsunlar ellerinden tutulursa aşılamayacak engelin olmadığını kanıtlaması.


Peki engelliler aşık olmaz mı? Diğerlerinin doya doya yaşadığı duyguları yaşamaya hakkı yok mudur? Bir başka hint filmi Barfi! böyle bir aşkı anlatıyor. Charlie Chaplin tadında eğlenceli bir açılışla beni çeken filmi izlerken konusuna bakmamıştım ve olayların böyle bir yere bağlanacağını bilmiyordum ama çok hoş oldu, çok da iyi oldu. Bir kez daha ders aldım. İki engelli insanın birlikteliği o kadar mükemmel bir kurguyla anlatılmış ki bu sıcak hikaye eminim sizi de çekecek. Bir çok kişi maalesef özellikle engelli olanların duyguları anlayacak becerisi olmadığını sanıyor. Ne de olsa küçük bir çocuk zekasında olduğu için onun aşkından ne olacak denebiliyor. Bir de Barfi'yi izleyin. Benzer aşklar bizde de yapıldı. En sevdiğim örnek yine komediyle dramı birleştirmiş olan Abimm filmi. Filmde hem hiç hesapta olmadan engelli bir kardeşi çıkan Çetin'in trajikomik hikayesi anlatılırken engelli kardeş Arif'in de bir aşk hikayesi geçiyor. Tamamen iyi niyetli olan Arif, sadece cahillikten, aklının almamasından dolayı hatalar yapıyor. Maalesef olaylar pek de güzel bir şekilde sonlanmıyor. Ama her iki yapım da bize onların da herkes kadar sevebildiğini ve sevgiyi hak ettiğini kanıtlar nitelikte. Aynı zamanda bilmeniz gereken onlar kırılabiliyorlar da. Saf olmaları üzülmeyecekleri anlamına gelmiyor. Eksik olduklarını farklı olduklarını alay edildiklerini az çok anlıyorlar ve kalpleri kırılıyor. Bunu göremeden bazı davranışları sürdürmek yapanların körlüğü.

Pekala bir engelli, hayata adapte olup kabul gören birine dönüşebildi, eğitim alabildi, aşık da oldu diyelim. Nihayetinde bu aşkın bir meyvesi de oldu. Doğan çocuğa bir baba ya da bir anne olabilir mi? Daha dün izlediğim bir filmde de bu sorgulanıyor işte. Yakın zamanda çeşitli Türk ailelerin çocuklarının bakılamayacağı şeklinde iddialarla alınıp başka ailelere teslim edildiği haberleri düşmüştü. Bir çok kanal bu meseleyi haber yapmış hatta bazı kanallar bu konuya farkındalık yaratmak için uzun yayınlar yaptılar. Aslında bu Avrupa ülkelerinde gayet iyi niyetli ama fazlasıyla akılcı bir şekilde yapılan bir uygulama. Yaklaşımları fazlaca duygusuz ve bireysel durumları anlamaktan uzak. "I Am Sam" filminin hikayesi tam da böyle bir mahkemeyi anlatıyor. 7 yaşında bir çocuk zekasına sahip olan Sam'in çocuğun gelişimini sağlayacak zeka ve entellektüel seviyeye ulaşamayacağı bu sebeple başka bir aileye verilmesi isteniyor. Oysa akıllarının alamadığı şey bir babanın çocuğuna verebileceği en büyük yardımın ne derslerinde yardım ne de parasal yardım olduğu. En büyük şey sevgi. Sam derslerini anlayamıyor başka babalar gibi çocuklarını düzeltemiyor ama "Yapabilirsin!" diyip destek olarak ona en büyük yardımı yapabiliyor. Pek çok anne-baba dikkat ederseniz çocuklarına oyalanmaları için TV açar, oyun parkına bırakır ama çocuk onların ilgilerini istediğinde suratına bakmak istemez. Bunun için fazla yorgundur. Kendi çocuğundan sıkılır onu geçiştirir. Sam hep çocuk kalan biri belki ama sürekli onun yanında olabiliyor ve bu pek çoğunun veremeyeceği bir şey. Sam biz normallere büyük bir insanlık dersi veriyor filmde.

Demek ki engeller yaşama engel değil, sevmeye ya da sevilmeye engel değil, bir şeyler başarmaya engel değil, baba ya da anne olmaya engel değil. Çoğu zaman engel sadece kafalarda. Bizlerse onları bir şey başaramayacak kayıp ürün, bir zavallı gibi görerek dışlıyor ellerinden tutup destek olmayı denemiyoruz. Eğer onları dışlarsak, kalplerini kırarsak, hayata bağlılıklarını ellerinden alırız. Bu dışlanmaya dayanamayıp ölmek istemeleri bile işten değil. Ve siz bunun suçlusu olacaksınız. Son olarak vereceğim örnek bu hikayeleri satırlardan okumak isteyenlere. Bir kitap bir filmin anlatamayacağı bazı derinliklere inebiliyor. Jodi Picoult da bana göre "Cam Çocuk" kitabında bunu çok iyi başarmış. Aynı zamanda bize ALS ve MS gibi az bilinen bir engellilik türünü tanıtıyor. Osteogenesis imperfecta kemiklerin fazlaca kırılgan olmalarına neden olan bir hastalık. Bazıları o kadar ileri düzeyde olmayanlar yaşamlarını daha rahat geçirebiliyor ama karakterimiz Willow bunlardan biri değil. O bir cam çocuk. O kadar çok kemiği kırılıyor ki artık duya öğrene kemiklerinin tek tek isimlerini biliyor. Bir kemik kırılmasının acısını çekenler bilir. Willow küçük ömründe bu acıyı defalarca hem de defalarca çekiyor. Kitap içinde olayın ebeveynler için yarattığı etkileri görüyorsunuz. Cam kemik hastalarının derneklerini, hasta ve ailelerin toplantılarını anlatılıyor. Onların yaşamına çok iyi bir yerden ışık tutuyor. Oldukça dramatik ve ağlatan bir sona sahip öykü insanı titreten cinsten.

Engellilerin yaşamlarına bir de biz engel olmayalım. Onları daha iyi anlamamız ve sevmemiz dileğiyle...

15 yorum:

  1. Abim'i hala izlemedim işin kötüsü , ona üzülüyorum :D bir gün herkes özel olabilir, sakat ya da engelli demek istemiyorum ben bu kişilere çünkü gözümde gerçekten özeller...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ben anlatmakta kolaylık olsun diye normal ve engelli tanımlarını kullandım ama haklısın bir şey olarak tanımlayıp ötekileştirmemek lazım. Abimm güzeldi. İzle en kısa zamanda.

      Sil
    2. BU FİLMLERİN ARASINDA BENİM ADIM KHANI UNUTTUNUZ ODA GÜZEL FİLM DİR https://tr.wikipedia.org/wiki/Benim_Ad%C4%B1m_Khan

      Sil
  2. Barfi'yi güzel anlatmışsın ben de bu filmi çok beğendim. Diğerlerini izlemedim ama bu anlatımlardan sonra sıraya koydum :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Özellikle I am Sam'i şiddetle öneririm.

      Sil
  3. merhaba yogunluktan anca gözatabildim bloguna
    guzel bir farkındalık yaratmışsın bugun adına
    insanlıgımız adına tesekkur etmek istedim önce
    sahi ne çok guveniriz elimize kolumuza gözumuze kulagımıza dimi engel çok uzakta degil aslında hepimiz bir engelli adayı degil miyiz
    farklı olmaları neyi degistirir ki ortak olan hepimiz nefes almıyor muyuz ?
    bugun izledigim bir filmden aşırı derecede etkilenip ders çalışmayı bıraktıgım ve bloguna da bu vesileyle ugradıgım anda yazınla karşılaşmak hoş oldu.
    Ne uzun bir cumle kurdum dimi
    izledigim film Hilary Swank ın muthiş oyunculugu ile You're Not You - Sen, Sen Değilsin
    ALS hastalıgına deginilmiş izlenilesi ama fazla etkileyici bir film...
    ve yine okumamışsanız eger ressam Frida nın hayatını okumanızı isterim bir Rauda Jamis tarafından yazılmış Frida Kahlo Aşk ve Acı kitabını öneririm.
    Yukarda bahsettigin filmlerden de abim ve ı am sam izlememiştim en kısa zamanda izleyecegim...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Frida'nın hayatını okumuştum ama filmi bilmiyordum sağolun izleyeceğim.

      Sil
  4. jodi picoult çok sevdiğim bir yazardır bu kitabını okumadım ancak eminim çok etkileyici bir şekilde işlemiştir konuyu.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Benim yazarla tanışma kitabımdı. Çok iyi bulmuştum. Okuyalı epey oldu aslında. Ama konuyla ilgili filmlerden girince bahsetmesem olmazdı.

      Sil
  5. Harika bir yazı olmuş elinize sağlık, dediğiniz gibi biz de her an bir engelliye dönüşebiliriz, Daha bugün tekerlekli sandalyesiyle vapura binmiş birini gördüm, bizim gözümüze ne kadar basit görünebiliyor, sonuçta hergün son derece rahat bir şekilde toplu taşımayı kullanabiliyoruz, ama engelli biri için bu belki de çok büyük bir mücadelenin eseri. Kısacası eğer biz sağlıklı bir beden ve zihin gibi büyük bir lütfa sahipsek bu şansımızı -bizim de adayı olduğumuz- engellileri desteklemek için, hayatı onlara daha kolay ve güzel hale getirmek için kullanmalıyız, bu güzel yazınız için tekrar teşekkür ederim.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bir çok ülkede sokaklar, kaldırımlar, toplu taşıma dahil her şey engellileri de düşünerek yapılıyor. Bizim ülkemizde ise bu durum içler acısı. Bir engellinin yardımsızca bir yerden bir yere gidebilmesi çok zor. Körlerin yürümesi düşünülerek yapılmış sarı şeritlere adamlar arabalarını park ediyor. Umursamıyorlar bile. Gerçekten çok acı.

      Sil
  6. Ne güzel ve yararlı bir yazı.Toplum olarak pek çok şeyin farkında değiliz, sorun yaşayanlarla empati kuramıyoruz. Belli günlerde duyarlılığımız artıyor ve sonra unutuyoruz. Seçim öncesi engellilere sözler, vaatler veriliyor ve unutuluyor.
    Aslında "farkındalık" yaratılmasına ilk okullarımızdan başlanabilir...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Her konuda öyleyiz. Bir haber geliyor Irak'ta savaş, Filistin'de dram internette yazılar, sokaklarda yürüyüşler, sergiler falan. Sonra kayboluyor. Bir başka haber geliyor terör şehit askerler falan. O da konuşulup tüketilip unutuluyor. Sonra bir kadın cinayeti oluyor yine büyüyor büyüyor sonra sönüyor. Tepki veriyoruz iyi hoş ama olayların başladığı anla bittiği an arasında hiçbir fark olmuyor. Bu gerçekten acı.

      Ailelerden mi başlamalı yoksa okuldan mı bu çabalar ne kadar bir yere varır onu da bilemiyorum. Karamsarım bu konuda biraz aslında.

      Sil
  7. Bu konuda bende gerçekten çok hassasım.Black filmi çok etkileyici ve düşündürücü.Diğer filmleri de not ettim.Keşke ülkemizde engelliler için daha kapsamlı girişimlerde bulunulsa.Her ile her ilçeye özel yollar yapılsa,sandalyelerle bazı kaldırımlara çıkmak imkansız gibi.Her zaman düşünülmeli,güzel yazı,emeğine sağlık..

    YanıtlaSil
  8. Ayşenur avinca22 Mart 2019 22:56

    Yazdığın yazı aşırı hoşuma gitti :) cam çocuk kitabını bende şuan okuyorum. Aslında kitabu almamda ki en büyük neden benim de o hastalığa sahip olmam. Bende oi hastasiyim bakalım sonu nasıl bitecek

    YanıtlaSil