Zaman Çarkı'nda büyü olayının açıklaması bana çok ilginç gelmişti. Oradaki büyücüler büyüyü Tek Güç denilen bir kaynaktan enerjiyi çekip dönüştürerek yapıyorlardı. Ancak kaynaktan enerji alınması erkek ve kadın için çok farklıydı. Erkek kaynaktan güç almak için onu kovalamalı sonunda tutup halat çeker gibi kendisine bağlanana kadar çekmeliydi. Kadında ise durum tam tersiydi. O eğer sabırsızca çekiştirir ya da güce karşı direnirse başaramıyordu. Onun yapması gereken teslim olmak ve kucaklamaktı. Güç ona geldiğinde tutuyor ve sonra dönüştürebiliyordu. Yani büyü gücü bir erkeğe kadın gibi, kadınaysa tamamen erkek gibi davranıyordu. Sadece tek bir yumurtası olması, ömrü boyunca acı döngüleri ile hazırlandığı doğum anı gibi sebeplerle bir kadın genellikle ilişkilerde daha seçicidir. Erkeğin onun ilgisini çekebilmek için daha çok çabalaması gerekir. Bu hayvanlarda bile öyledir. Bazıları dişisine karşı kendini rakipleriyle yaptığı dövüşlerle kanıtlar, bazısı danslarla hatta hayvanlarda çoğunlukla erkekler daha süslüdür kendi çaplarında. Ama her türlü bir kendine çekme çabası vardır. Kadın ise (ya da hayvanlar için düşünürsek dişi) doğru erkeği bulduğuna inandığında ona sahip olmak için önce teslim olur. Erkeği yaşamına sokar, ona kendini açar bu andan sonra erkek büyülendiğinde ise onu bağlar çeker ve dönüştürür. Son kısım her zaman tam olarak gerçekleşmese ve kadının becerisine kalsa da durum budur.
Aşkı evrenin merkezi olan büyünün kuralı yapan bir adam kitaplarında elbette bolca aşktan bahsetme imkanı da buldu. Kitap sadece ikili ilişkiler üzerine kurulu değil genele baktığında bu küçük bir kısmını kaplıyor. Aşk maceraları kitabın ne fazla önüne geçiyordu ne de çok geride kalıyordu bunu iyi dengelemişti. Ayrıca aşktan arayışınız cinsellik ya da masum kadınlarsa pek bulamayacaksınız. Kitabın baş karakteri Rand Al'thor'un seri boyunca başına gelenler pişmiş tavuğun başına gelmedi diye mi nedir bir değil iki değil tam üç tane sevdiği kadın var. Yalnız bunu ne bir aldatma hikayesi olarak işlemiş ne de üç kadının birbirine karşı didişmesi olarak. Bunun aksine kitaptaki milletlerden olan aiellerin bir geleneğine göre birbirini çok seven kardeşler ya da yakın kişiler ayrılmak istemedikleri için aynı erkeğin kadınları olmak isteyebiliyorlardı. Ancak bilinmesi gereken aieller anaerkil bir toplumdu ve bunu kendilerini üstte tutarak yapıyorlardı. Kitaptaki üç kız da tam da bunu yapıyorlar ve Rand'ı da bir karar vermek zorunluluğundan kurtarıyorlar. Çok eşliliği yüzünden Rand'ı da pek suçlayamadım. Kızıl saçlı İskoçseverlerin bayılacağı tipte karakterimiz fazlasıyla hassas biri çünkü. Kitap boyunca çıkan olaylarda ölen her kadının ismini ezberleyip ritüel gibi her gece kendi kendine sayan ve ciddi anlamda acı çeken bir insan. Bir diğer aşk Perrin ve Faile en başından beri dominant bir kadın olan Faile'nin yönettiği bir ilişki. Faile'nin milleti de öyle bir millet ki kadınları erkeği süründürür. Hem dominanttır hem de erkeğinden cesur, özgüven sahibi ve bir noktada baskın olmasını ister. Erkek tamamen teslim olursa ondan sıkılıp bırakır. Perrin karısını çok seviyor ama böyle bir millet olduğunu öğreneli beri de diken üstünde oluyor biraz. Karakterinin dönüşümünde Faile epeyce etkili oluyor. Üçüncü ana karakter Mat ise daldan dala konan bir çapkın. Kitapta o kadar yakışıklı anlatılıyor ki asillerden bir kadının tacizine bile uğradığı olmuştu. Kadınları tehlikeli buluyor ama onlardan pek de kaçamıyor. Sonunda evleneceği kişiyi ise bir kehanetle buluyor. Kadın Mat'in sevdiği kadın tipinin fazlaca dışında olduğu gibi atları kulaklarından ısırarak evcilleştirebileceğini düşünecek kadar manyak bir kadın olunca her macerası evlere şenlik olan karakterin hayatı daha da şenleniyor.
Ernest Hemingway'in "Çanlar Kimin İçin Çalıyor?" kitabını alma sebebim baş karakterinin ismiydi: Robert Jordan. En sevdiğim serinin yazarı kullandığı takma ismi buradan almış olabilir miydi? Mantıklı, çünkü yazar eski askerlerden ve savaş hatıralarının kitaplarında etkisi çok büyük. Kitap İspanya İç Savaşı'nı anlatıyor. Baş rolde çingeneler olunca kara mizah tadında komik sohbetlerle dolu bir kitaba dönüşmüş. Çok yerinde nokta atışı tespitler var ve Zaman Çarkı'ndaki mantıkla uyuşuyor. Hatta konuyla alakasız olsa da kitaptan bir alıntı yapacağım.
Not: Meraklıları için kitap içinde geçen bazı şarkılar da bestelenip söylenmiş fanlar tarafından. Tık!
"Özgürlük insanın yaptığı pisliği ortalıkta bırakması değil. Hiçbir hayvan kediden daha özgür değildir, ama o bile pisliğini toprağa gömer. Kediler en iyi anarşistlerdir. Bu adamlar kediden anarşizmin ne olduğunu öğreninceye değin onlara saygı duyamam."
Kitabın ilgimi çekme nedenlerinden birisi de içinde aşk da içeren bir savaş romanı olmasıydı. Savaşlar aşk için en güzel temalardan biridir. Daha zor bir aşk ve bu yüzden daha değerli. Robert Jordan savaşın merkezinde değil çok küçük bir bölümünde aslında. Bir köprü patlatma işi için çingenelerin arasına geliyor. Orada Maria adında savaşın acısını sonuna kadar çekmiş bir kızla tanışıyor. Kızın saçları bir erkek gibi traş edilmiş, tecavüze uğramış falan ama karakterimiz ona kendi değimiyle "Tavşan"a aşık oluyor. Olmama ihtimali bir kabus gibi hep orada dururken onunla bir yaşamın hayallerini kuruyor. Tavşan da kendisini sevebilen, her şeyiyle kabullenen bu erkeğe fazlaca bağlanıyor. Kendini hiçe sayarak yaşamını sadece ona adanmış bir şekilde geçiriyor neredeyse. Yaşadıklarını düşündükçe bu tip bir sığınak aramasına çok bozulmuyorsunuz. Savaş zamanında cephelerin arkasında ilişki konusunda bir başka örnek de "Kapıdaki Düşman" filmi. Vasili Zaytsev'in sovyetler için nasıl bir kahramanlık sembolüne dönüştürüldüğü ve yaşadıkları üzerine kurgusal bir film olan Kapıdaki Düşman'da oldukça zor şartlarda devam ettirilen bir ilişkiye tanık oluyorduk. Kitap bana sık sık filmi hatırlattı. Bir aşk hikayesinde en acı verici olan üçüncü kişi olmaktır. Kitapta da Maria'yı seven başka biri çıkıyordu ama sevgisini kalbine gömmüş gibiydi. Ama filmde Danilov bu konuda çok acı çekti. Komiser Danilov'a şu sözleri söyleten de aslında yaşadığı aşktı.
Herkesin eşit olduğu bir toplum yaratmak için çok çabaladık,
komşunu kıskanabileceğin bir şeyin olmadığı bir toplum.
Ancak kıskanılacak bir şey her zaman vardır.
Bir gülüş... Bir dostluk...
Sahip olmak istediğin ve sana ait olmayan bir şey.
Bu dünyada her zaman zengin ve fakir var olacak.
Yetenek zengini... Yetenek fakiri..
Bu dünyada her zaman zengin ve fakir var olacak.
Yetenek zengini... Yetenek fakiri..
Aşk zengini... Aşk fakiri.. "
Hemingway'in üzerine şansıma yine bir aşkı anlatan kitap geçti elime. Yukio Mişima'nın Bereket Dörtlemesi serisinin ilk kitabı Bahar karları. Mişima hayatı boyunca bir yazı makinesi gibi yaşamış. 13 yaşında dergilerde başlayan yazarlık öyküsü bereket dörtlemesini bitirdikten sonra anlatabileceğim her şeyi anlattım diyerekten seppaku yapıp intihar etmesiyle sonlanmış. Zaten seriyi kaleme alırken de sıklıkla bu arzusunu dile getiriyormuş.Kitapta yine Japonya'nın geçirdiği savaşları ve hakkında pek az şey bildiğim Meiji sonrası dönemi anlatıyor olunca hemen okumaya başladım. Seri bir reenkarnasyon teması üzerine kurulu. Her kitabın ana karakteri ilk kitaptaki adıyla Kiyoki her kitabın sonunda ölüyor ve diğer kitapta yeniden başka biri olarak doğuyor. Kiyoaki gelecekteki yaşamlarını düşlerinde görüyor ve bunları bir düş defterine yazıyor. Arkadaşı ve bana göre yazarın kitaptaki yansıması oldukça iyi çıkarımları olan Honda'ya gelecekteki yaşamlarında kendisini tanıması için bir düş defteri bırakıyor. Peki yazar bunu niye yaptı? Ölmeden önce yazdığı ustalık eseriyle Buda ve reenkarnasyon felsefesini övmek için mi? Hayır. Tıpkı Honda'nın dediği gibi.
"Dönemimizin özünü ortaya koymanın en kolay yolu bu - en düşük ortak paydayı almak. Çalkalanan su bir kez duruldu mu yüzeyindeki gök kuşağı gibi renkli kaygan yağı görebilirsin."
Kiyoaki kuşkusuz döneminin en düşük ortak paydasıdır. Kitap okumaz, çünkü kendi fikirlerini tüm kitaplardan üstte tutmaktadır. Modernizmin bir çok genci gibi dinden kopmuştur, inançları ve kültürel bağları daha zayıftır. Zaten kitapta genç yaşlarda olduğundan ergenliği dibine kadar yaşar. Yine Honda kitap içinde bir kısımda ilk kitabın geçtiği Meiji sonrası ilk dönemleri aşk ile tanımlar. İlk kitap da Kiyoaki'nin aşk macerası üzerinedir. ( Bu noktadan sonra onları anlatmak için biraz spoilerın dibine vurabilirim uyarıyorum. Kitabın meraklıları son paragrafa atlayabilirler.) Japonların özellikle o dönem aşırı derecede ilişkilerini kurallarla yöneten muhafazakar bir toplum olduğunu bilirsiniz. Kitapta Satako ile ilişkilerinin her anında eski kafalı ebeveynlerinin karşısında özgürlük arayışını görüyoruz. Olaylar zaten bizim yeşilçamdan çok farklı değil. Karakterimiz başlarda uzun bir süre gelgitler halinde yaşıyor bir türlü kızı sevdiğini kendine itiraf edemiyor onu bir çekip bir itiyor. Yukarıda bahsettiğim zaman çarkı mantığındaki kadın erkek ilişkisine tezat olarak Satako bu sefer ona ulaşmak gözlerini açmak için uğraşıyor ki bu konuda onurunu da hiçe sayıyor. Kiyoaki ise çekimserliğini anca kıza bir kısmet çıktığında bozuyor. Aniden bir aydınlanma yaşayıp onu sevdiğini kabulleniyor. Honda'nın uyarısına rağmen kızı alıp yurt dışına kaçmak yerine düzenini bozmayarak yasak bir ilişkiye giriyor. Elbette ki sonları pek iyi sonuçlanmıyor. Aşkı bu kadar merkeze alıp da sıkılmadığım ender kitaplardandı. Kiyoaki'ye yaptıkları için çok fazla kızamıyorum çünkü kendi hallerimi düşününce o yaştaki bir aşk insana fazlaca saçmalık yaptırabiliyor. O an hormonlarınız deli gibi coşmuşken düşünemiyorsunuz. Kiyoaki kendini kontrolüne alan bu yabancı gücün hakimiyetini kabullenememişti hepsi bu. Son ana kadar Satako istediği zaman ulaşabileceği bir yerdeydi bu yüzden gözlerini kapattı değerini ise anca kaybederken anladı ve kendince yöntemlerle işin içinden çıkmaya çalıştı. Yazarın betimlemeleri karakterlerin kişilikleri -her ne kadar Honda haricinde sevdiğim biri olmasa da-, ruh hallerinin anlatımı o kadar başarılı ki konusu vasat olsa da okurken akıp gidiyor. Japon kültürü ve budizm hakkında da epeyce şey öğreniyorsunuz.
Aşk, bazen acı verir, saçmalatır. Bazen Hemingway'in romanında olduğu gibi hayata tutunuş haline gelir. İnsanı dertlere de boğabilir dertlerden de çıkarabilir. Hatta çoğu zaman ikisini birden yapar. Her maceranın sonunda bir daha asla desen de her seferinde yeniden bozarsın sözünü. Her ne kadar tüketim çağının aşkları birbirini tüketip sonra başkasını tüketmeye yönelme şeklinde ilerlese de aşık olmak güzel. Okuduğum hikayelerden ve çevremde gördüklerimden yola çıkarak söyleyebilirim ki aşk hayattaki her şey gibi bir yolculuktur. Başlangıcı ve sonu vardır. Hayatın her yolculuğu gibi mutlulukları da hüznü de içerir. Ama insanlar genelde kötü şeyleri hatırlamaya meyillidirler. Aşkın yaşattığı şeyleri başka hiçbir şeyle alamazsınız. Bu yüzden sevgiliyi değil sevmeyi sevmeli insan. O zaman her aşkı mutlulukla anabilir ve yolculuğun keyfini doya doya yaşayabilir.
Bugun tam da aklimdan kapidaki dusmandaki o soz geciyordu.. insanin istahini anlatan ne kadar dogru bir soz..
YanıtlaSilKesinlikle. Çok doğru ve çok anlamlı. İnsanın doğasının eşitliği kabullenmeyeceğini iyi anlatmış.
SilHarika yorumlamissiniiz Bahar Karlarını, begenmenize sevindim, gercekten süper bir kitap bence de, yazarın hayranıyım ben:)
YanıtlaSilHonda karakteri olmasa bir parça sıkabilirdi hikaye. Ama onunla birlikte çok güzel bir kurguya dönüşmüş. Bir de yazarın hayat hikayesi beni çekti. Japonların şu intihar tutkusu çok garip.
Silçanlar kimin için çalıyor bir türlü okuyamadıklarımdan.
YanıtlaSilGüzel kitap. Elimde biraz uzun süre süründü ama güzel kitaptı. Diyaloglar gerçekten çok eğlenceli kitaplarda. Bunlar neyin kafası diyorsunuz. Çingene olunca hele..
SilDolu dolu bir yazı olmuş, emeğinize sağlık.
YanıtlaSilSayenizde tanıdım Mişima'yı. Teşekkürler.
Sil