Hayatta en zoru yarım kalmış aşklardır. Leyla ile Mecnun, Kerem ile Aslı, Ferhat ile Şirin aşklarını büyük kılan birbirlerine uzun süre ya da bazen hiç kavuşamamaları değil mi? Bazılarının ölünce artık huzura erdiklerinde birbirini bulduklarını umarız. Oysa kavuşma olduğunda aşk biter zamanla birbirini tüketmeye dönüşür. Her şey çok kolay olduğu için sevmek de değerini yitirdi. İnsan kavuşması zor olduğunda daha bir tutkuyla seviyordu. Ulaşamadıkça daha fazla arzulamak ve onun için her şeyi yapmak insanın doğasında olan bir şey. Bu yüzden sadece bizde değil batının Prens Charming'i için de geçerli bir durum kavuşamayışlar. Batıda daha mutlu biter hikayeler bizimkiler kadar arabesk olmadıkları için ama onlar kavuştuktan sonra aynı mutluluk gerçekten sonsuza kadar devam etmiş midir bilinmez. Sonsuza kadar sürecek bir aşka inanmıyorum. Peki ya pişmanlıklar? Bazı ilişkiler öyle olmadık hatalarla biter ki suçlu taraf sensen ve vicdanın varsa bunun acısı yüreğinin bir köşesinde kalır. Bazen bu acı olgunlaştırır seni bazen dönüp dönüp aynı hatayı yaparsın. Bazen de kibirle kendini hatasız bulmaya devam edersin. Ha bir de ilahi adalet mi dersin, karşı tarafın inceden bir intikamı mı dersin bir şekilde yaptığının cezasını çeker. Ama ne kadar süre? Cehennemi bir kenara koyarsak bir insan ancak bir ömürlük acıyla yaşar ama yaptıklarının diyeti için bu yetmezse. Bu duruma postmodern masallar iyi bir çözüm bulmuş. Sonsuz bir yaşam ve asla unutmasına izin vermeden sürüp giden bir acı döngüsü. İlahi adalet orada kesinlikle çok daha güçlü.
Bram Stoker'ın Kont Drakula'sını duymayan yoktur sanırım. Fatih Sultan Mehmet ile aynı mektebe giderek Osmanlı içinde devşirilmiş, Eflak'a vali yapılmış ama babasının yumuşak başlılığını onaylamayarak isyan hareketine girmiş olan Kazıklı Voyvoda lakaplı Vlad Tepes olduğu söylenir. Fatih voyvodayı indirir indirmesine ama Tepes kendisinden çok sonra Hitler'in yapmayı çok istediği şeyi başarmış cesedinin düşman eline geçmesini engellediği söylenir. Kaybolan Vlad ise hala onun korkusuyla yaşayan dillerde efsane olmuştur. Bazıları onun Hristiyanlık dahil pek çok mitolojide geçen kara büyü ile lanetlenerek vampire dönüşmüş kişilerden olduğuna emindir. Hikayesi bir çok farklı şekilde ortaya konmuştur ama tüm bu hikayelerin özü Bram Stoker'ın yazdığı kitaptaydı. Kitapta vampir olan Dracula ölen sevgilisinin acısıyla yaşıyor her yaşam döngüsünde onu tekrar tekrar buluyor ama ölümünü engelleyemiyordu. Günümüz dünyasında Mina Murray'ı fark ettiğinde türlü oyunlarla onu kocasından kopartıyor ve kızı kendine aşık etmeye çalışıyordu. Bunda başarılı oluyordu da. Ama laneti aşkını yaşamasına engel oldu. Kontun kan ihtiyacı onu ortaya çıkmasına neden olacak hatalara sürükledi ve Van Helsing'in olaya dahil olmasıyla hikaye onun için kötü sonla bitti. Nihayetinde Dracula kitabın baş kötüsüydü ve öyle olması bekleniyordu ama yine de üzüldüm onun için.
Edebiyat tarihinin ilk anti kahramanlarından olan Dracula'nın hikayesi pek çok farklı esere de ilham verdi. Drakula'dan ilham alan karakterlerden biri Ravenloft serisinden Kont Strahd von Zarovich. Hikayesi önce Christie Golden'ın Sislerin Vampiri kitabında anlatılmış daha sonra da P. N. Elrod tarafından Azalinle Savaş öncesinde Ben Strahd Bir Vampir'in Anıları ismiyle tekrar kaleme alınmıştır. İlki az bulunsa da her iki versiyon da türkçeye çevrildi. Strahd ülkesi için pek çok şey yapmasına rağmen pek sevgi elde edemeyen bir kont olarak çıkar karşımıza. Başlarda gayet iyi ve adil bir yöneticidir. Onu değiştiren Sergei'nin kaleye getirdiği müstakbel eşi Tatyana'ya duyduğu hislerdir. Önce aralarına girmeye çalışır fakat başaramaz. Tutkusu içinde giderek büyür. Nihayetinde hırsı o denli büyür ki karanlık güçlerle bir anlaşma yapar. Fakat bilirsiniz onlar istediğinizi mümkün olabilecek en kötü şekilde size sunarlar. Zavallı Tatyana uçurumdan düşerken Strahd buna engel olamamış arkasından girdiği öfke kriziyle Borovia'yı kan gölüne çevirmiştir. Kara güçlerin ona yaptıkları bununla kalmaz. Onu bir vampire dönüştürürler ve ülkesini de bağlı bulduğu diyardan koparıp hiçliğin ortasında bir boyuta Ravenloft'a taşırlar. O dünya kont için oluşturulmuş kişisel bir cehennem gibi işler. Beraberinde taşınmış artık orada doğup yaşayan nesiller vardır ve onların arasında tıpkı Mina gibi Tatyana da sürekli yeniden doğar. Strahd da her seferinde yeni bir umutla onu kendisine bağlamaya çalışır. Zaten bu döngü de onu o dünyada asırlarca tutacak bir tuzaktır.
Strahd sevgilisinin tekrar doğumunu beklerken tek eğlencesi türlü sebeplerle dünyasına düşme gafletinde bulunmuş kişilerdir. Eğer güçsüzseniz sizinle kedinin fareyle oynadığı gibi oynar ama bazıları vardır ki en az onun kadar güçlüdür. Bunlardan biri o dünyaya gelmeden önce Ejderha Mızrağı serisinin evreni Krynn'da yaşayan serinin gizemli karakterlerinden Lord Soth'dur. Bir paladin şovalye olan Soth bir gün kamp yaptığı ormanda bir elf kızını kurtarıp ona aşık olur. Türlü olaylar sonucu ona zorla sahip olur ve hamile bırakır. Olay ortaya çıkınca Soth halk ve tanrılar nezdinde onurunu kaybeder. Öldürülecekken son anda kaçar. Sonra tanrılar dünyada Tanrılığa heves etmiş İsthar Kral-rahip'ini durdurmasını ister. Eğer başarırsa onurunu geri kazanıp paladinliğe dönecektir. Aksi halde tanrılar onu durdurmak için dünyaya bir felaket gönderecek ve tüm bunların sorumlusu Soth olacaktır. Soth tam Tanrıların ondan istediğini yapmaya giderken elf kadınlarından bir haber alır. Onların dediklerine göre aşık olduğu elf kızı Soth'a ihanet etmiştir ve bebek bir başkasınındır. Erkeklik gururu incinen adam hiç düşünmeden kıza saldırır ve onu öldürür. Güzel elf kızı son nefesinde Tanrılara yakararak bu adaletsiz zulüm için Soth'u cezalandırmalarını ister. Tanrılar Lord Soth'u ölümsüzlüğe mahkum ederler. İftiracı elfler ise banshee'ye dönüşür. Bansheelerin tek bir büyük görevi vardır. Soth'un hizmetinde ona sürekli ama sürekli yaptığı hatayı hatırlatmak. Onu bitmek bilmeyen acılarla dolu bir hayat beklemektedir. Soth türlü olaylar sonucu Ravenlofta düşüp Strahd ile karşılaşınca neler oluyor anlatmayacağım ama o evrene en az Strahd kadar oturan biri varsa o da Soth idi. Asıl yaratıcıları karşı çıktığı için sadece iki kitaplık bir hikayesi olsa da oldukça zevkliydi. Ama bunlar konu dışı okuyup görmenizde fayda var.
Strahd'a Dracula'nın ilham verdiği gibi Soth'a biri ilham vermiş olsaydı bu Michael Moorcock'un Elric Destanı'ndan Saxif D'Aan olurdu. Hikayesini dinleyin ve siz karar verin. Saxif büyü deneyleri için topladığı köleler arasında bir kıza aşık olur ve onu diğerlerinin sonundan kurtararak tüm her şeyden vazgeçip tüm ilgisini kıza verir. Kız da adam kadar tutkulu olmasa da adama belli bir sevgi gösteriyordur. Bir gün Carolak adında bir adam çıkagelir kızı kaçırmaya çalışır. Saxif onları yakalar ve kızın da istekli olduğunu düşünerek onu akıl almaz işkencelerle öldürür. Kız ölürken onu lanetlemez tam tersine ona en çok duymak istediği sözleri söyler. "Seni seviyorum, seni seviyorum, seni seviyorum..." Ardından ölür. Bu Saxif'in sırtında bir yüke dönüşür. Onu yeniden bulmak için yolculuğa çıkar ve sonunda kızı limbo denen arafa benzer bir diyarda bulur ama tıpkı Dracula'nın Mina'sı ve Strahd'ın Tatyana'sı gibi önceki hayatını tümüyle unutmuştur. Ölümsüzlüğü bulan ve Limbo'nun hükümdarı olan Saxif kızı yeniden ele geçirip geçmişini hatırlatmaya çalışır. İşin değişik yanı o diyarda yalnız da değildir. Carolak da oradadır ve kızla Saxif'in peşindedir. Türlü olaylar sonucu her şeyi yeniden hatırlayan kız ise Saxif'e en büyük cezayı verir ve Carolak'ı seçer. Büyücü ikinci şansını acı bir şekilde kaybetmiştir. Üstelik artık ölememektedir ve bununla yaşayacaktır.
Bir de Zaman Çarkı'nın Lews Therin Telamon'u var. Kendisi kitapta dünyayı kurtarmak için savaşan bir önceki Ejder. İşler ters gidiyor ve Ejder tüm yoldaşlarını öldürüyor. Aralarından onun canını en çok yakan ise sevdiğinin ölmesi. Kitap onun gözünden Lews'in yaşamında işlerin nasıl kötü sonlandığı ile başlıyor. Sonradan da karakter Rand'ın zihninin gerilerinde ikinci bir bilinç olarak yeniden doğuyor. Karakterden uzun süre tek duyduğumuz öldürdüğü eski aşkı için ağıt ve ölüp acısını sonlandırma isteği oluyor. O da aşkının acısını ve hatasının pişmanlığını bir ömürden fazla süre yaşayanlardan. Fakat onun kaderi biraz da Rand'a bağlı. İkinci yaşamın ikinci bir şans olduğunu biraz geç anlıyor ama zaman çarkının o epik anlarından birinde Rand ve Lews sonunda bir bütün olarak birleşiyorlar. Bu andan sonra Rand hatırı sayılır bir bilgeliğe erişiyor. Bu en çok beklediğim andı olacağı çok belli olmasına rağmen karamsarlığa kapılmadım desem yalan olur. Lews cidden umutsuz vakaydı. Hoş Rand da çok farklı değil. Ne de olsa aynı kişiler.
Gerçek dünyaya dönersek yapılan kötülükler çoğu zaman yapanın yanına kalıyor maalesef. Acılar, pişmanlıklar unutuluyor. Sırf bu yüzden öldükten sonraki yaşama inanmak zorunda hissediyorum kendimi. Mesele aşk iken değil belki ama bir çok konuda bazı insanlar bir ömürden fazla acı çekmeyi gerçek anlamda hak ediyorlar. Fantastik alemdeki benzerleri gibi ilahi adaletin onları da bulması dileğiyle.
Bir de Zaman Çarkı'nın Lews Therin Telamon'u var. Kendisi kitapta dünyayı kurtarmak için savaşan bir önceki Ejder. İşler ters gidiyor ve Ejder tüm yoldaşlarını öldürüyor. Aralarından onun canını en çok yakan ise sevdiğinin ölmesi. Kitap onun gözünden Lews'in yaşamında işlerin nasıl kötü sonlandığı ile başlıyor. Sonradan da karakter Rand'ın zihninin gerilerinde ikinci bir bilinç olarak yeniden doğuyor. Karakterden uzun süre tek duyduğumuz öldürdüğü eski aşkı için ağıt ve ölüp acısını sonlandırma isteği oluyor. O da aşkının acısını ve hatasının pişmanlığını bir ömürden fazla süre yaşayanlardan. Fakat onun kaderi biraz da Rand'a bağlı. İkinci yaşamın ikinci bir şans olduğunu biraz geç anlıyor ama zaman çarkının o epik anlarından birinde Rand ve Lews sonunda bir bütün olarak birleşiyorlar. Bu andan sonra Rand hatırı sayılır bir bilgeliğe erişiyor. Bu en çok beklediğim andı olacağı çok belli olmasına rağmen karamsarlığa kapılmadım desem yalan olur. Lews cidden umutsuz vakaydı. Hoş Rand da çok farklı değil. Ne de olsa aynı kişiler.
Gerçek dünyaya dönersek yapılan kötülükler çoğu zaman yapanın yanına kalıyor maalesef. Acılar, pişmanlıklar unutuluyor. Sırf bu yüzden öldükten sonraki yaşama inanmak zorunda hissediyorum kendimi. Mesele aşk iken değil belki ama bir çok konuda bazı insanlar bir ömürden fazla acı çekmeyi gerçek anlamda hak ediyorlar. Fantastik alemdeki benzerleri gibi ilahi adaletin onları da bulması dileğiyle.
dracula'yı okumadım , aslında okudum ama çok zaman geçti üzerinden ayrıca kitaplığımda da yok ama şimdi yazını okuyunca muhakkak okumalı ve edinmeliyim hissi hasıl oldu:D
YanıtlaSilÖyle bir his yaratabildiğime sevindim. Dracula'yı uyarlamalarından bol bol izleyip okuyoruz zaten. Vampir kültünün başlangıcı olduğu için az çok bir çok şeye etki etmiş durumda. Bir de orjinalinden okuyayım hikayeyi dedim ve pişman olmadım. Günlükler halinde yazılmış olması ayrı bir tattı. Çevirilerine güvendiğimden İthaki aldım. Anlatımını da sevmiştim.
Silne sansliyim ki ilk karsilastigim vampir draculaydi :) ben kadinin haline daha cok uzulmustum nedense.. kotulugun temsilcisi ile iyiler icin savasanlar arasindaki arafa sıkısmis gibi gelmisti.. bram'in simdiki kusaktan bi akrabasi kitabin devamini yazdi.. dracula:ölümsüz diye.. dedesi kadar olmasa da guzel kitaptir, tavsiye ederim :)
YanıtlaSilZaten anlattığım tüm kahramanların hikayelerinde arafta kalan kadın oluyor. Siz de rastlarsanız anlattığım diğer kitaplara da şans verin.
SilEjderha Mızrağı serisini çok severim:-)
YanıtlaSilVay sevindim. Burada bir mızrak okuyucusu görmek çok güzel.
Sil