Bahar Karları'nın devamı olan Kaçak Atlar'ı okurken ikinci dünya savaşı beklemiştim ama daha çok onun öncesini anlatıyor. Kitaptan ve kitabın benim için ilgi çekici yönünden bahsetmeden önce Meiji Restorasyonu'nu anlatmalıyım. Aslında çok yabancı olduğumuz bir durum değil. Atatürk Devrimlerinin Japon versiyonu bir modernleşme hareketidir. İmparator Meiji Japonya'nın yeni dünyada ayakta kalabilmesi için onun sanayileşmesine ve sosyokültürel gelişimlerine uyum sağlaması gerektiğini düşünerek bir dizi devrim hareketi yapar. Çabaları sonucu Japonya'yı bugünkü haline dönüştürecek bir gelişme hareketi başlatır. Atatürk'ün şapka devrimini hatırlarsınız.orada fesi çıkarıp şapka takmak kafaların modernleşmesi ve eskinin atılmasının bir sembolü olarak düşünülmüştü. İmparator bu konuda daha ciddi bir hamle yapıyor. Samuray kılıcı olarak bilinen ve Japonya'da kutsal olan katanaların yasaklanması. Yasak önce sıradan insanlar için geliyor, sonra samuray ailelere kılıcı yanında sürekli taşımasının gerekmediği söyleniyor, nihayetinde orduda bulunan fabrika üretimi katanalar dışında kılıç taşınmaz oluyor. Japon halkı için inanılmaz büyük şok etkisi yaratacak bir hamle bu. Bizde bile şapka hareketine karşı giymek istemeyip isyan çıkaranlar olmuştu hatırlarsanız ki savundukları fesin dışarıdan gelmiş olması trajikomikti. Ama kılıç onlar için dinsel bir sembol. Kurtuluş ve yeniden doğuş umudu için günahlarının kefareti olarak kendilerini bu kılıçlarla öldürüyorlar en basiti ve kralın bu hamlesi halka dinlerine karşı büyük bir saygısızlık, kurtuluş umutlarının ellerinden alınması olarak geliyor. Haliyle isyan hareketleri başlıyor. Kitabın başında İsao, ona dostunun reenkarnesi olduğunu düşünerek yaklaşan Honda'ya verdiği kitapta bu isyan anlatılıyor. Meiji dönemi, samurayların yerine ronninlerin alması ve sonunda tamamen bırakılması, isyanlar, iç savaşlar, açlık ve kıtlıkla birleşince oldukça sıkıntılı bir dönem oluyor. Japonlar animelerinde yaptıkları yanlışları çok iyi bir şekilde anlatırlar ki bu hatalar tekrarlanmasın. Bu yüzden tarihi bir anime izliyorsanız -örneğin Runoini Kenshin- ve ikinci dünya savaşı sırasında geçmiyorsa yüksek olasılıkla Meiji öncesi ya da hemen sonrasını anlatılan kısımlarda geçer. Kanla Beslenen Topraklar: Bereketli Hilal yazımda bahsettiğim gibi ne tümüyle övülerek ne de o dönemi tamamen aşağılayarak sadece ve sadece gerçeği anlatarak şu an yaşanan ve geçmişte olmuş acı olayları dramatize etmeden sonraki nesillere aktarmak son derece önemlidir. Ancak tarih belli görüşten olanlarca kolaylıkla maniple edilebilir. Fikirler Ölümsüz Müdür? yazımda da bundan bahsetmiştim. Aslında bu yazı işlerin Japonya'da nasıl işlediği üzerine biraz. Hatta kitabın bir bölümünde bir fikri esnetmenin onu yok etmek olacağını söylediğinde karakterlerden biri istemsizce gülümsemiştim.
Isao'nun verdiği kitap öyle bir ruhla yazılmış ki insanın içini kaynatıyor, milliyetçi duygularını kabartıyor. Tıpkı bizde zamanında "Vatan Yahut Silistre" kitabında olduğu gibi. Tiyatroyu izleyen ya da metnini okuyan insanlar o dönemin ruhuyla öyle etkilenmişlerdi ki bir anda devlette bir sürü isyan hareketi baş göstermişti halk kötü giden gidişata karşı direnişe geçiyordu. Kitap ve oyun bu yüzden yasaklanmak zorunda kalmıştı. Kitapta kılıçların kaldırılması sonrasında bir grup gencin buna karşı olarak düzenledikleri isyan hareketi ve akabinde kendilerini öldürmeleri anlatılıyor. Isao bundan öyle etkilenmiş durumda ki kendi dönemindeki sıkıntıların suçluları olarak gördüğü kapitalistleri temizleyeceği bir isyan hareketi planlıyor. Bu öyle bir isyan hareketi ki başarısız olursa yakalanmadan önce hemen kendini öldürecek ama tut ki başarılı oldu hatta kralın takdirini kazandı aynı şeyi yine yapacak. Çünkü imparatorun fikri tanrının fikri gibi onlar için ve değiştirmek yanlış olduğunu iddia etmek büyük saygısızlık. Onaylanırsa mutlu olacak ama yine de kendini öldürecek. Peki Isao'nun bu kadar yozlaşmış gördüğü Japonya ne durumda? Birinci dünya savaşından çıkılmış Japonya Mançurya bölgesini ele geçirip sömürgeleşme hareketlerinde pay almaya başlamış. Ekonomik değişimler ve buna karşı ordu kaynaklı isyanlar devam ediyor. Kitapta sıklıkla geçen 15 Mayıs olayları aşırı milliyetçi deniz subaylarının dönemin başbakanı Inukai Tsuyoshi'yi öldürmesiyle sonuçlanıyor. Inukai, Japon ekonomisinin içinde bulunduğu bunalımı aşmak amacıyla, ilk iş olarak Japon parasını altın standardı sisteminden çıkarmış ve bu kararın ardından ekonomide yaşanan ihracat patlaması, Japonya'nın Büyük Bunalım'ı aşarak ekonomisini yeniden canlandıran ilk ülke olmasında belirleyici rol oynamıştı. Kitapta bu ekonomik hareket enflasyon canavarının altından esnek bir kafese kapatılması olarak anlatılıyor. Tabii isyanı düzenleyenlerin düşündüğü tek bir şey vardı kapitalizmi ülkeden atmak ve eski değerleri geri getirmek. Kitabın bir bölümünde bu konuda bir tartışma da geçer. Orada kapitalizmin yan etkilerinin Japonyayı fena halde sardığını öğreniriz. Her şeyden önce o dönemin sert kapitalizmi akılcı bir teoridir ve büyük ekonomik hedefler için en alttakini ezmekten gocunmaz. İkincisi ise ünlü enflasyon canavarı ile ilgili. Parayı hangi değer üzerinden değerlendirdiğiniz ile ilgili Bu tip ekonomik hamleler başta çok iyi getirilere sahiptir. Ülke gelişir, baştan başa çehresi değişir falan ama sonra kriz dönemleri gelir. Sıkıntılar başlar. 1990larda Güneydoğu Asya parasını dolara indekslemeyi denemiş ve büyük bir krizle sonuçlanmıştı. Sonunda şirketleri yabancı yatırımcılara yok pahasına satılarak bu krizden çıkmak mümkün olmuştu. 1930ların Japonyası da benzeri bir durumla karşı karşıyaydı. Kapitalizme geçiş beraberinde bir çok sıkıntı getirmiş zenginleşmeleri gerekirken aç kalmışlardı. Zaten o dönemin Almanya'da Hitler, İspanya'da Franco, İtalya'da Mussolini hükumetlerinin faşist yönetimlerinin de komunist Sovyet Rusya'nın da odak noktası bu sıkıntılardı.
Isao'nun aslında geçmişle ruhla pek bir derdi yok hatta katanalara inançla harekete geçip bomba kullanma tasarısına çevirmesinden de o ruhu amacını yüceleştirmek için kullandığını söyleyebiliriz. Aslında ona komunist bile diyebiliriz. Adil ve eşit bir toplumsal düzeni arzuluyor kendilerini kurtarmak için en alttakileri feda eden kapitalistlere öfke duyuyor. Onlardan tek farkı imparatora koşulsuz sadakati. Komunistlerin devleti hedef almalarından hoşlanmıyor. Isao kendince haklıdır elbet ama yöntemleri fazla serttir. Aslında Kiyoaki'de olan kibir onda da vardır içten içe ve tarihe geçecek değişim getirecek bir eylem tasarlamaktadır. Plan yaparken öyle ileri gider ki haritanın başına oturup yozlaşmış bölgeleri işaretler sonunda bu alanları temizleyebilmek için bombalamanın gerekliliğine karar verir. Kuşkusuz bu yazarın Hiroşima ve Nagazaki'ye atılan atom bombalarına toplumun bakışını anlatmak için eklenmiştir. Büyük felaketler arınma için Tanrısal bir temizleme hareketi olarak görülebilir ne de olsa. Bu coşkusuyla etrafına topladığı güruh giderek büyür ama diğer taraftan. Mişima da milliyetçi bir yazar ve bu isyan sonrası seppaku ile ölüme gitmek Mişima'nın da sonu oluyor. Çoğu kişi yazarın burada kendi sonunun provasını yaptığını iddia eder. Ama ben bunu biraz fazla batılı düz mantık bir açıklama olarak gördüm. Çünkü milliyetçiliği bu ruhun hatalarını Honda karakteriyle bariz bir eleştiri bombardımanına tutuyor. Olayı tüm yalınlığıyla ele alıyor. Bu kitap hem kendisiyle hem toplum ve devletle bir hesaplaşma yargılama niteliğinde. Honda'nın Isao'nun verdiği kitapla ilgili olarak yaptığı eleştiride söylediği mantıkla yapıyor bunu.
"Tarihten
ders almak demek belli bir dönemin belli bir yönüne saplanıp
kalmak onu şimdiki zamanın belli bir yönünü yeniden biçimlemek
için model olarak kullanmak değildir. Geçmişin parçalı
bulmacasından belli bir parçayı alıp onu şimdiki zamana
yerleştirmeye çalışmak başarıyla sonuçlanabilecek bir girişim
değildir. Bu tarihle oynamak demektir. Bu türden bir eğlenceyse
çocuklara uygundur. İnsan birbirine ne kadar benzese de dünkü
içtenlik ile bugünkünün farklı tarihsel koşullara sahip
olduğunu bilmeli. Benzer aralıkta kararlar oluşturma peşindeysek
bunu günümüzün '180 derece zıt, karşıt,' ideolojisinde o günkü
tarihsel koşullar içinde varolan bir ideolojide aramalıyız. Çünkü
böylelikle iyi niyetimizi tarihsel bir sorun olarak soyutlayabilir
ve tarihi aşan bu insanca güdüyü araştırmalarımızın konusu
yapabiliriz. O zaman döneminin tarihsel koşulları denklemdeki
sabit çarpanlardan oluşur."
Yargılanma sahnelerinde İsao'nun tavırları bana "Darağacında Üç Fidan" kitabındaki Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının annelerine bıraktıkları mektupları ve son sözlerini hatırlattı. Ülkülerine sonuna dek bağlılık, ölümü bir dost gibi kabul etme ve fikrin yüceliği için kendini feda ediş. Onlar için ölüm bir son değil zaten hatıralarda sürekli kalacaklarına inançları tam. Zaten Deniz Gezmiş dönemindeki bu ruh onun ölümü sonrası bozulup militan kavgalarına dönüştüğünde işler kopmuştu. Sonrası çok da iyi gelişmedi ve pek de onaylamıyorum doğrusu. Ama Deniz Gezmiş ve arkadaşları böylesine fedakarlıkla o yolda nasıl yürümüşse doğrusu ve yanlışıyla Isao da öyle yürüyor işte. Çok iyi anlatılmış bu ve anlatımına hayran oldum diyebilirim. Ancak bu hareketlerin ne kadar manalı olduğu muamma. Sonuçta Isao'nun hedefine Hiroşima ve Nagazaki'ye atılan bombalarla ulaşılıyor. Japonya hızlı bir kalkınma daha geçiriyor. Bu süreçte yakuzalar -Japon mafyası- ortaya çıkıyor ve devlet yönetimi onlara bırakılıyor. Eski zamanların shogunları -derebeyi- gibi parsel parsel ele geçirdikleri topraklarda haraç kesen bu adamlar devlet başkanlarının hemen arkasında durup suflörlük bile yaparlar sağ olsunlar. Evet Japonya büyük ölçüde bir mafya devletidir. İşin boyutunu anlayın diye söylüyorum bir arkadaşım Japonya'da nükleer sızıntı olduğunda oraya gönüllü olarak gidenlerin bunu milliyetçi duygularla değil yakuzaya borcu olduğu için yaptıklarını anlatmıştı. Eski kültür animelerde ve birkaç eski kafalı insanda yaşatılıyor ama çoğunlukla batı kültürü altında erimiş durumda. Kapitalizme gelince Japonya yeni kapitalizmin yüzü oldu. Eskisi Ford ile anılırken yenisi Toyota ile anılıyor. Toyota'nın kapitalizmi çalışanı şirkete küçük paylarla ortak edip hiçbir söz hakkı olmadığı halde şirket onunmuş gibi bir ilizyon duymasını sağlıyor. İyi niyetli patronlar esnek çalışma koşulları sağlarken aslında çalışanın tüm yaşamını içten içe ele geçiriyorlar. Üstelik ödev ahlakı oluşturarak başarısızlıkların suçunu da ona yıkıyorlar. Çalışmadığında kendilerini suçlu hissetmelerini sağlıyorlar. Tüm bunlar Japonların o sadık ruhunun dönüştürülmesiyle ortaya çıktı. Samurayların ahlaklı değerleri şu an Japonya'da yakuzalara ve kapitalizmin amaçlarına hizmet ediyor. Dıştan imrenilesi olan Japonya'nın içeride bir çok sıkıntısı var.
Kendince soylu amaçlı hareketler uzun vadede insan doğasını yenmekte ve dünyayı düzeltmekte başarılı olamıyor. Demek ki bir şeyleri değiştirme amacı için çözüm değil. Ne yapılmalı onu hiç bilmiyorum doğrusu. Karamsar olmamak elde değil.
Kendince soylu amaçlı hareketler uzun vadede insan doğasını yenmekte ve dünyayı düzeltmekte başarılı olamıyor. Demek ki bir şeyleri değiştirme amacı için çözüm değil. Ne yapılmalı onu hiç bilmiyorum doğrusu. Karamsar olmamak elde değil.
1930 bunlaımını en iyi atlatan ülkelerden biri Türkiye kabul edilir. Bu bunalım avrupada faşizmin yolunu açmıştır. japonya nın bundan nasibini almaması mümkün değildi. japon toplumu çok farklı bir toplum. samurayların dini bağlarına değinmişsin fakat japon dini toplumsaldır..orotite bir nevi din görevi görür.. Bu da söylediğin gibi İmparatordur. Çok sofu olmayan toplumun büyük bir kısmı daha seküler bir hayat benimser. Öbür hayat için çalışma yerine bu dünyadaki yükümlülükleri ve haysiyetleri önemlidir. Bu nedenle Japon modernleşmesi çok farklı gelişmiştir. Modernleşme aygıtı onları da bizi de çok değiştirdi.fakat şu bir gerçek ki japonya'nın değişimi, bazı kültürel değerlerin kaybını saymazsak oldukça başarılıydı
YanıtlaSilElimizde ne var bir bakalım
Japonya saniyeleşti,iktisadi büyüme sağlandı, orta sınıflaşma sağlandı, Bilim- teknoloji (fen bilimleri mühendislik) gelişti, İnsani gelişme ölçeğinde yaklaşık 10. sıradalar. Kültürel değerlerlerin büyük kısmında aşınma ve kırılma
Türkiye
Hala saniyeleşmeye çalışıyor İktisadi büyüme gerçekleşmesine rağmen orta sınıflaşma sağlanamadı çünkü gelir dağılımı eşit değil, zengin daha zengin fakir daha fakir oluyor. Bilim-teknoloji gelişemedi,İnsani gelişme ölçeğinde 90. sıralarda.
Kültürel değerler yerle yeksan.
Şimdi Türkiye ve Japonya'yı kıyaslarken iyi bir düşünmek lazım.
Japonya olsun Türkiye olsun hep amerikan kültürünün etkisindedir. bunun nedeni Sosyal bilimlerde geri kalmamızdır. İnsan bilimlerinde gelişmiş ve onu iyi kullanabilen Batı karşısında çaresiz kalışımız kader değil seçim.
Güzel bir değerlendirme fakat japon toplumuna ait bazı eksiklikler var. Fırsat bulduğumda, Japon kültürüne eğilmiş biri olarak kitabı da okumayı düşünüyorum.
Öncelikle yazımı sonuna kadar okuyup böyle detaylı bir inceleme çıkardığınız için ayrıca teşekkür ederim. Ciddiye alınmak ayrı bir güzel. Bu konuları chat ortamında uzun uzun konuşmak da isterim doğrusu.
SilAslında budizmden ve şintoizmden de bahsetmiştim ama sonradan yazı uzadığı için sonradan kırpmıştım oraları. Açıklaman güzel bir eklenti oldu.
İzlediğim bloglarda en çok ciddiye aldığım blogculardansın. Gerçi izlemeye almadan önce yazdığın yazıları okuyacak vaktim yok, kısmetse yaz aylarına saklıyorum onları. meslektaşım olduğun için torpil geçiyorum onu bir kenara koyarsak :) Sosyolojiyi meslek edinmek dışında gerçekten sevdiğin için tercih ettiğini, ayrıca soran sorgulayan ve eleştiriye açık biri olduğunu düşünüyorum, bu da sana olan saygımı artırıyor. (Laf aramızda ben senin yaşlarındayken bu kadar donanımlı değildim :) )
SilKapsamlı bir yazı olmuş... :) :)
YanıtlaSilBen de beklerim Kafa'ya, sevgiler... :)
Sizi tebrik ederim harika bir inceleme olmus, keyifle okudum, elinize saglik:)
YanıtlaSilTeşekkürler.
Silİşte geldiiim, takibe aldım... :) Blogunun ismi ilginçmiş bu arada. ;)
YanıtlaSilZaman Çarkından geliyor. Açılış yazıma bakarsanız açıklamıştım.
Sildur aklıma ne geldi. iyi yazıyorsun ama çok uzun yazıyorsun. blogçular uzun yazıları okumuyor inan bana. başına sonuna bakar sadece yazı uzunsa. bak yazılarını kısalt biraz ya da birkaç bölümde yayınla. bir a4'ü geçmemeye çalış veya 5-6 paragrafı geçme ya da 500 sözcüğü geçme. deneyimler nedeniyle sölüyorum. blogda dört yılımı bitirdim. şöyle düşün bak. kendin için yazıyorsan sadece uzun yaz. kendi düşüncelerini katalogluyorsan. ama okunmayı da istiyorsan kısalt olur mu. :) eğer sölediklerim için kızarsan da unut hepsini :)
YanıtlaSilDaha kısa tutmayı deneyeceğim ama gevezelik işte biraz bir şeyden bahsederken başka bir şey geliyor aklıma falan derken uzamış oluyor.
Sil