Her ne kadar Sineklerin Tanrısı çocukluğun saflığı hakkındaki hayallerimi yıkan bazı anıları canlandırsa da bende hep çocuk kalmak isterdim. Hayat garip. Küçükken ciddiye alınmıyorsun ve sırf sesini duyurabilmek için büyük olmak istiyorsun. Büyüklere hayranlık duyuyor onların elbiselerini giyiyor, onlar gibi davranmaya çalışıyorsun. Ama büyüdüğünde sorumluluklar yükleniyor sırtına ve bıkmaya başlıyorsun. Şarkıda da dediği gibi hayat büyürken çok berbat. Hep çocuk kalsaydım diyorsun. Geri dönüp tekrar tekrar yaşamak istiyorsun o günleri ama geçti artık. Çocuksu davranmana bile çok izin verilmiyor bu hayatta ulu orta yaparsan çocukluklar kaşlar kalkıyor, alaycı ya da onaylamayan bakışlar üzerinize dikiliyor. Yavaş yavaş yapmamayı öğreniyorsunuz. Başka dertleriniz oluyor, unutuyorsunuz çocukluğunuzu. Unutulmamalı anmalı, yeniden hatırlamalı. Hele ki 23 nisan gelirken.
İlk yazımda da bahsettiğim gibi kitaplar çocukluğumun da büyük bölümünü oluşturuyor. Çocuk kitaplığım vardı benim eskiden ama zamanla artık onları da ya kaldırdım ya kütüphanelere dağıttım. Ama hala duranlar var. Geçenlerde "Uzun Çorap Pippi" kitabına rastladım. Özlemle sarıldım ona yeniden karıştırdım sayfalarını. Çizgi filmi hatta filmi yapıldı ama hiçbiri kitabın kendisi kadar eğlenceli olamadı elbette. Astrid Lindgen'in muhteşem hayal gücünün ürünü olan kitapta ailelerinin baskısı altında sürekli dayatılan kurallarla yaşayan tüm çocuklara inat ailesi ya da kendisine bakan hiç kimse olmayan hayatı hep kendi kurallarına göre hayatını çizmiş bir karakter. Eğer yatması gerekiyorsa ya da bunun gibi şeyler Pippi kendisini uyarır bir anne gibi rol yapar önce tatlılıkla sonra sertçe en son kendi kendini döverek. Annesi ölmüş ve melek olmuştur, babası ise iddia ettiğine göre zencilerin kralı, dünyayı gezen bir denizcidir. Hayallerinde yaşatır onları özler elbet ama onlarsız da hayatta kalmanın yolunu bulmuştur. Normallikten fersah fersah uzaktır üstelik. Evini canı istediğinde tek koluyla kaldırıp oradan oraya taşıyabildiği bir at ve şempazesiyle paylaşır. Garip adetleri vardır. Bir yere gittikten sonra geri dönmemek için arka arkaya yürümek gibi. Kendisini garipseyen Tommy ve Anika'ya ise cevabı hazırdır.
"Neden arka arka mı yürüdüm? Serbest bir ülkede yaşamıyoruz mu yoksa? İnsan istediği gibi yürüyemez mi? Ayrıca sana şunu söyleyeyim Mısır'da herkes böyle yürüyor ve kimse bunu garip karşılamıyor."
Mısır'da böyle bir adetin olduğunu bilmiyor muydunuz? Zaten yok. Ama Pippi'nin hayalindeki babanın anılarında öyle ve siz itiraz etseniz de hayallerini bozmanıza izin vermeyecektir. İki kardeşin hayatına bu geri geri yürüme sahnesiyle girer Pippi sonra da sıkı bir dostu olur. Kitapta en çok Pippi'nin icat ettiği bir oyunu sevmiştim. Sokağa çıkmak ve bir hazine arar gibi titizlikle onun bunun bıraktığı eşyaları aramak. Atılmış bir düğme, kapaklar, işe yaramaz gözüken bir çok şey. Sonra da onlarla eğlenir, kendince bir şeyler üretir. Çılgın şeyler. Zamanla kardeşler de onun o çılgınlığına ortak olur doya doya yaşamaya başlarlar çocuğu eğlenirler. Pippi'nin işine burnunu sokan büyükler de olmuyor değildi hani. Ama vay onların haline. Deli kızımız onlara hakettikleri karşılığı verir gönderirdi. O hiç büyümeyecek bir çocuktu. Okuyamıyorsanız en azından izleyin Pippi'nin hikayesini ve ders alın o küçükten. Çocuk olmanın anlamını öğrenin. Sonra varsa çocuğunuz onun çocukluğunu aynı deli dolu yaramazlıkta yaşamasını yaratıcılığını geliştirmesini sağlayın. Sonra durup kendi çocukluğunuzu hatırlayın nasıl yaşadınız, neler geçti başınızdan. Özgür olabildiniz mi, buna izin verdiler mi?
Bir başka deli dolu çocuk tipleme Eiichiro Oda'nın yaratıcı ellerinden çıkan Hasır Şapkalı Luffy (Monkey D. Luffy) almayı kafasına koyduğu Korsanlar Kralı rütbesini ne büyük servet ne de herkesin üstünde bir otorite ve güç için ister. Sadece yaşayacağı maceralar ve en çok da özgürlük için ister. Çünkü kimsenin dokunmadığı tüm kurallardan bağımsız kafasının istediğini yapabilen kişidir korsanlar kralı onun gözünde. Korsanlar kralı olmak için önünde uzun bir yol vardır. Dünyanın sonuna, her şeyin başladığı yere sürmelidir gemisini ve oradaki değerli hazineyi ele geçirmelidir. One Piece'i. Luffy tıpkı Pippi gibi evlere şenlik bir giriş yapar animeye. Bir fıçının içinden fırlayıverir. Luffy dünyayı gezdiği yolculuğa bir kayıkla başlamış türlü olaylarla sonunda fıçıda bulmuştur kendini. Çıkar çıkmaz çılgın halleriyle her şeyi birbirine katar. Bir çok bakımdan Pippi'ye benzetiyorum onu. Pippi gibi Luffy'nin de dünya hakkında kendi uydurup inandığı bir çok şey vardır, yeni şeylere çocuksu bir merakla yaklaşır ve dostları için her şeyi ama her şeyi yapar. Uzun yolculuğunda asla boş durmaz sürekli kendini bir belaya sokmayı becerir. En az kendisi kadar çılgın tayfasıyla birlikte hiç hesapta bile olmadan tüm dünyayı karşısına alır, tiranları bir bir devirir. Kendisini özgürleştirmek için çıktığı yolda insanları özgürleştirir, kalpleri ısıtır. Acı olaylar da gelir başına normal birinin yıkılıp o çocukluğunu kaybedeceği olaylar. Ama beni hayran bırakan şekilde Luffy her zaman doğrulmasını bildi. Sonra yeniden o çocuksu saflığına heyecanına geri döndü. Bence animedeki tüm o güçlerden daha büyüğüdür bu. Çocukluğu, masumiyeti asla kaybetmemek. Onlar hep öyle kalacak. Kalmalı da. Her ikisine de gerçekten imreniyorum.
Bu yazıyı okuyanları çocukluklarını anlatmaya davet ediyorum. Bloglarında olursa mükemmel olur olmazsa buradan yorum olarak da olur. Okuduğu kitapları, izlediği çizgi filmleri, hayatını etkileyen şeyleri anlatsınlar. Benim için değil daha çok kendileri için. Hatırlamaya gerçekten ihtiyacımız var. İnsanlar çocukluklarını hiç unutmasa dünya inanın çok daha güzel bir yer olabilirdi. Buna hala inancım var.
Çocukluğum 80'lerde (her alanda) siyah beyazdan renkliye geçişin o sancılı ama bir o kadar da her şeye değer zamanları gibiydi. Yine olsa noktasına virgülüne dokunmadan yaşarım hem de defalarca!! Buarada çocukluktan kalma kitaplarımı atmaya kıyamam ben bu yazı sayesinde yarın gidip bir tozlarını alacağım :)
YanıtlaSilHangi kitaplar vardı çocukluktan tozlarını alırken yazsana onları.
SilYazıp haberdar ederim seni :)
SilPippi yi yarım yamalak hatırlıyorum :)
YanıtlaSil77 doğumluyum ben... hala çizgifilmleri çook seviyorum :) ve hala çocuksuluklarım çok :) çok şükür oyun arkadaşım oğlum var ve eşim de Allahtan dilimden anlıyor :)
aklıma gelenleri yazayım...
pepeem balon balon :)
nils ve uçan kaz
voltron (eşime sürpriz yapıp cdlerini bulup aldım..oğluma izleteceğiz)
she-ra - heeman
clementine
cici kız Georgia
adile naşit in kuzucuklarıma anlatımları
ama bu haksızlık öyle değil mi :) kalimero
kitap deyince ise aklıma gelenler
cin ali.. (10 lu serisini aldım kitapyurdundan :) oğlumun kitaplığına koydum )
Ayşegül serisi
ailem pek kitap almaz okumazdı :( o yüzden kitap okuma sevdam orta okul lise zamanı başladı..ünvde tavan yaptı ve şimdi de kitap okumadan duramam...
sevgiler,
http://loveandsmile.wordpress.com/
92 doğumlu olarak çizgifilm kuşaklarının sonuna yetişebildim maalesef. Türlü sebepler bulup kaldırdılar yerlerine kadın programları doldurdular ya yanarım yanarım ona yanarım.
SilShe-ra He-Man'e ucundan been de yetişmiştim. Gölgelerin Gücü adınaaaaa! O zamanlar bayıla bayıla izlemiştim.
Voltron'u netten izledim. Tvde izlemişsem de hatırlamıyorum pek.
Ayşegül dizisini de kız kitabı falan demeden okuma açlığıyla okuduğumu hatırlıyorum. Çocukluğunuz sizin gibi bir aileye sahip olduğu için çok şanslı. Çoğu çocuk maalesef onu başından savmaya çalışan ailelerle büyüyor.
Ey gidi Pippi... :)
YanıtlaSilPippi bilmeyen kalmamalı.
SilBeni en çok etkileyen Heidi'ydi çocukken. Şimdi etkileyen ise Luffy tabiki de. Çocukken izlemedim ama izledikçe insan daha çok çocuk olmak istiyor.
YanıtlaSilAh Heidi... Bilmez miyim onu. İzlerken anime nedir bilmiyordum tabii. Sonra meraklanıp kitabını da okumuştum. İnsanın içini ısıtan türden bir yaşamı vardı. Şeker kız Candy ile birlikte çok sevdiklerimden.
SilSon paragraftaki düşüncenize aynen katılıyorum. Bizlerin çocukluğu yıllar öncesinde kaldı ama inanıyorum ki "içimizdeki çocuk" hiç bırakılmamalı. Çocuklara dair hep yazdım, hala da yazmaya devam ediyorum. Bir gün gene "eskilerden bir ses" olarak çizgi filmleri, masalları blogda yazayım...
YanıtlaSilTeşekkürler. Yazılarınıza da bakıyorum zaten fırsat buldukça eskiye doğru.
SilPippi'nin kitabı olduğunu bilmiyordum bizim zamanımızda o diziydi, kanlı canlı insanların oynadığı :) İlkokul yıllarında okuyup da beni en etkileyen kitap Çocuk Kalbi olmuştur. Benim çocukluğum güzeldi, İstanbul'da ama küçük bir deniz kenarı köyünde geçti. Kırda bayırda oynadık meyveyi sebzeyi dalından yedik, o yüzden çok özlüyorum çocukluğumu.
YanıtlaSilVardır kitabı çok da eğlencelidir okuması. Kırlarda geçen bir çocukluk da gerçekten güzel olmalı. Benim annem babam öyleymiş hep anlatırlar. Hayvanları, sebze meyveyi taze yediklerini, o tatlı telaşlarını falan. Maalesef ben doğduğumda çoktan şehirli olmuşuz tümden. Ama kan çeker hala kır bayır gördüm mü asıl evimde hissederim. Yazları piknik falan bahanesiyle gidip yayılmak kadar sevdiğim bir şey yoktur.
SilÇocuk kalbi güzeldir evet anlamlı bir kitap.
Ben Çocuk Kalbi'ne pek sevememiştim nedense ?
SilÇok ağlamaklı bir kitaptı ...
Demek 23 yaşındasın. Genç olduğunu anlamıştım. Biliyor musun 35 ten sonra benim çocukluğuma bakışım çok değişti. Yaşamın muammalarından biri de bu, yıllar anıları bile değiştiriyor..
YanıtlaSilBir yerde bu konuda bir yazı okumuştum. İnsan anılarını o günkü kişiliği ve yapısıyla hatırlamak istediği şekilde yeniden yazdığını söylüyordu. Eskiden kavgalı olduğun birisiyle şu an aran iyiyse ya anılarını onu haklı çıkaracak şekilde değiştiriyor ya da tamamen siliyor. Dönüp dolaşıp aynı kavgayı tekrar yaptığında bir anda aydınlanma yaşayıp o saklı anıları hatırlayıveriyorsun. Şu an iyi bir konumdaysan hep bugün olduğun gibi kültürlü, hep düzgün çocuk olarak hatırlıyorsun kendini. Halbuki bilsen senin de yaramazlık yaptığını, bir zamanlar çocuk olduğunu o zaman aradaki kuşak çatışmasını aşabilirsin. Onların gözünden her şeyi baştan keşfedebilirsin ve iyi bir bağ kurabilirsin. Keşke beynimiz böyle bir hainlik yapmasa. Çok şey değişebilirdi.
SilÇok eski bir yazım vardı benim çocukluğumla ilgili. Bulup blogumda yayınlayayım bari . 23 yaş. Daha çok yolun başındasın, keyfini çıkar yaşının; 20 li yaşlar hayat yolunun başı henüz :)
YanıtlaSilTeşekkürler. Şarkıda dediği gibi "Lifes gonna suck when you grow up." Daha başından bunu der oldum aslında. Hani keşke tüm o sorumluluklardan kaçabilsem başındayken dönebilsem. Mandıra filozofu gibi kendimi dağa taşa versem. Ama anlatıldığı kadar kolay değil tabii bu.
SilArkadaşım Maraş'ta bir köy okulunda öğretmen, müdür, hademeyken ,çocuk kitaplarımı ona yollamak üzere hazırlamıştım. Paket yaparken o kadar üzüldüm ki, gidip ona sahaflardan kitap alıp kendiminkileri sakladım:-) İyi ki de saklamışım, şimdi oğluşların raflarında duruyorlar. Jules Verne'nin bir çok kitabı, Polyanna, Heidi, Pinokyo, klasiklerin çocuk versiyonları. Hepsi başka değerli benim için. Onlara baktıkça eline para geçer geçmez mahalledeki içine bir kişinin sığdığı minicik kırtasiyeye gidip kitap aldığım mutlu anlar geliyor aklıma.
YanıtlaSilHeidi, Şeker Kız Candy, Marko, Flanderlerin Köpeği, Vikingler, Jetgiller, Taş Devri, Arı Maya benim zamanımın çizgi filmleriydi. Akşam yedi gibi açılıp gece yarısı İstiklâl Marşı ile kapanan siyah beyaz biricik kanalımızda günde yarım saat kadar çizgifilm kuşağı vardı. İlk renkli şey Uykudan Önce programı olmuştu. Hâlâ babamın eve renkli televizyon getirdiği o akşam seyrettiğim ilk uykudan önceyi büyülü gibi hatırlarım:-)
Onların hepsi aynen bende de vardı. O zamanlar gazete çocuklar için saçma stickerlar oyuncaklar değil kitap verirdi. Her güne bir kitap falan. Öyle başlamıştım biriktirmeye. Sonra orada burada gördükçe istedim. Hastayken hediye gelenler falan epey birikmişti. Sonra kalın kitapların altında kaldılar git gide ve en sonunda artık yer kalmadı kitaplıkta. Yeni taşındığımız ev de küçüktü. Koyacak yer yoktu doğru düzgün. Kutularda tozlansınlar da istemedim hani. Bunu kitaplara hakaret gibi gördüm. Üzülerek de olsa bir çoğundan ayrıldım. Bir tek Uzun Çorap Pippi kaldı aralarından. Onun da sebebini yukarıda anlattım. O bana hep çocuk kalmayı hatırlatıyor. Hayaller kurabilmeyi, delilik yapabilmeyi, şımarabilmeyi...
SilŞanslı dolu dolu bir çocukluk geçirmişsiniz. Belli ki çocuklarınıza da yansıtıyorsunuz bunu. Ne güzel.
Çocukluk bir daha gelmeyecek maalesef.Çoğu zaman dönerim çocukluğuma.Tsubasa vardı ne izlerdim ya:)Power rangers vardı dizi oda çok hoşuma giderdi.Çizgi film karakterlerinin yarıştığı çizgi film vardı sabahın köründe kalkıp izlerdik.Çocukuğumda da çok kitap okumuşumdur.Sihirli anka kuşu vardı kitabın kapağında alevler içinde koca bir anka kuşu vardı:)Fareli köyün kavalcısı vardır.Kibritçi Kız var dı ki hiç unutmam.Hala duygulanırım hatırladığım zamanlarda.Uzaylı Zekiye diye bir dizi vardı o da çok fenaydI.,İlerleyen yıllarda Sıdıka adlı dizi de çok hoşuma gitmişti.Daha çok şey yazası geliyor insanın.Zamanında bloğumda buna benzer bir konuya yer vermiştim,bakmak istersen:
YanıtlaSilhttp://kitapcumhuriyetim.blogspot.com.tr/search/label/90%27larda%20%C3%87ocuk%20Olmak
Kibritçi kız çok dramatik bir kitaptı. Gerçekten düşündükçe ürperiyorum. Sıdıka'yı ben de izlemiştim. Özellikle o karateci çatlak abisine bayılırdım. Şimdinin komedileri çok güldürmüyor beni. Eskiler bu konuda hem sağlam oyunculardı hem de daha yaratıcıydılar. Devekuşu Kabare, Kemal Sunal filmleri, eski diziler falan.. Kaçırdıklarımı da bulup bulup izliyorum. Geçenlerde Varsayalım İsmail bulmuştum çok yaratıcıydı İnception tadında tam rüya içinde rüyalar falan.
SilAttığına da bakıyorum hemen.
Kesinlikle çok haklısın, çocukken büyümek hiç istemezdim halen daha çocuk kalmak istesem de zamanla yarışa girilmiyor kazanan hep zaman oluyor akıp geçiyor..
YanıtlaSilSokakta oyun oynayan çocukluğunu tam anlamıyla yaşayabilen son nesil olarak görüyorum bizden sonrakiler de teknolojinin gelişmesiyle şartların değişmesiyle pek yaşabilediklerini ve yaşabileceklerini sanmıyorum , en kısa sürede bu konu üstünde bloğumda bi yazı yazarım , teşekkürler arada da olsa geri dönüp bakmak güzeldir kaç yaşında olursak olalım :)
Sokaklar zaten epeyce hayal oldu. Artık küçük yaşta tabletlerle, cep telefonlarıyla tanıştırılıyor çocuklar masal kitapları yerine. Televizyon önünde bırakılıyor sırf başlarından savmak için. Meraklı her şeyi sordukları dönemde soruları duymazdan geliniyor. Yaramazlıklarının ardında dikkat çekme güdüsü olduğu anlaşılmıyor. Bilinçli ebeveynlere sahip olan şanslı birkaç çocuk dışında maalesef durum vahim.
Silsözümü tuttummm kii , geç de olsa yazdım çocuklukla ilgili bir yazı :))
SilOkuyayım hemen.
Silçocukluktaki masumiyeti ne çok özlüyor insan..
YanıtlaSilHeidi ve şeker kız candy'i çok severdim ben de..
Ah o masumiyet... Keşke hep aynı kalsak.
SilEvet, çocukluğumuza dair çoğu şeyi özlememizin bir nedeni de sanırım o zamanki masum hayalleri kurmakta artık zorlanıyor olmamız. Zaman geçtikçe daha da puslanıyor o hayaller ama nasıl görmek istiyorsak öyle görmeyi tercih ediyoruz çoğu zaman. Ben de blogumda ağırlıklı olarak çocukken okumuş olduğum romanların incelemelerini yazıyorum. Blogunuza da son yazdığım kitap hakkında diğer bloglarda ne gibi yazılar yazıldığını bulmak için yaptığım aramadan ulaştım.
YanıtlaSilUzunçorap Pippi hakkında blogumdaki incelemeyi okumak isterseniz buyrun:
http://tepedekiruzgar.blogspot.com.tr/2015/11/pippi-uzuncorap.html