Aşk... Ademle Havva'dan beri süregelen masal. Ondan daha önce burada ve şurada bahsetmiştim diğer yazılarımda da ara ara girdim ama ne kadar anlatsam eksik kalıyor o yüzden yeni okuduklarımla tekrar dönme ihtiyacı duydum. Pek çok zamanda farklı anlamlar yüklenmiştir. Orta çağda özellikle divan edebiyatında kavuşamayış ve sancılarla geçen bir süreçtir. Ne kadar fazla acı varsa o kadar büyük kabul edilir. Bazen Shakespeare hikayelerinde de görüldüğü gibi bize lisede zorla okutturulan Taşşuk-u Talat ve Fitnat'daki gibi tüm karakterler ard arda ölümün kucağına bırakılıyor bazen kötü hastalıklardan araya girenlerin yaptıkları zulümlerden ölüyorlar. Tek gerçek kavuşma ve bir olma yeşilçam filmlerinin bazılarında gördüğümüz o çıkan iki ruhun birlikte el ele havaya yükselmesi oluyor. Bu kadar acı niye diyorsun kendine ve sonra diğer bir açıdan bakınca bizdeki aşkların iç dünyada bir yolculuğa dönüştüğünü görüyorsun. Ergenlik bana göre yaşla belirlenen bir dönem değildir. Ne zaman ki hayatla ve kendinle yüzleştin, sonunda bir şeyleri değiştirebildin o zaman aşabilirsin. Hamdım piştim yandım derler ya. İşte aşk bunu sağlayan ateş oluyor. Tüm o acılar ergen arzularla başlayan duyguları pişiriyor olgunlaştırıyor. En sonunda o ideal ve saf olana ulaşılıyor. Peki neden sonu ölüm oluyor? Belki de sürekli bozulmaya meyleden insanın başka şekilde o saflığı koruyamayacağı için. Ya da belki o saflığa ulaştıktan sonra insanın daha başka bir yaşam amacı kalmayacağı için. Ortaçağa hakim olan dini bakış burada da var. Kirlenen insanoğlu dünyaya temizlenmek için gönderilir. Tüm o savaşlar acılar nefret döngüsü içinde dönüşür ve evrilir. Bir üst yaşama geçerken amaç o saflığa ulaşmaktır. Hani büyük mahkeme diyorlar ya ölümden sonra beklenen işte o bu dünyayla ilgilidir. Bütün dinlerde vardır bu. Hristiyanlık doğuştan kirli kabul eder ve tüm hayatı temizlenme çabasıyla geçirmemizi isterken İslam temiz doğduğumuzu ama meselenin bunu öyle korumak olduğunu söyler. Uzakdoğu ve Hint coğrafyasının mistik dinleri ise bir üst aşamada yeniden doğmak için verilen bir mücadele olarak görür. Bir çok ortaçağ anlatısında aşk cinsel bir tutkudan öte yüce bir değer saflığı sağlayan güçtür.
Eski aşklar kalmadı gibi muhafazakar bakışlara inanmıyorum. O şiirlerdeki sözlerin anlamı itibarsızlaştı ve şimdi herkes öyle bir aşkın şiirlerde, masallarda, Shakespeare piyeslerinde ya da romanlarda kaldığını kabul etmiş durumda. İnsan her zaman insandır değişebilseydik tarih tekerrür etmezdi. Bu yüzden ortaçağda sadece ideal vardı. Ama onu yaşayanlar yoktu ya da ciddi anlamda azdı. Bilimsel anlamda bakılırsa insanlar varlıklarını devam ettirmek için oluşturulmuş kodlarla belirlenen kişilere otomatik olarak hisler besliyorlar ve bunun sonucunda beden istediğini alıyor. Bu bilgi eğer gerçekse hayvanlardaki gibi eşlere uzun süreli bağlılığın nadir görüldüğü bir yaşantıya göre yapıldığını söyleyebilirim. Mim yazımda bahsettiğim Goldmund'un yaşantısı gibi çiçekten çiçeğe gitmemiz ve tohumlarımızı bırakıp aynı duyguyu tekrar yaşamak için başka birine yönelmemiz için oluşturulmuş. Sonradan toplumca yükseltilen bir evlilik kurumuyla birlikte başlayan ortak yaşam tabiata uygun değil. Hisler bedeni terk ettikten sonra geriye kalan bir insanla sürekli yaşam oluyor. Bu hayattaki en zor şeylerden biridir. Bir kere birini kendine çekerken roller yaparsın, olmadığın biri gibi davranıp etkilemeye çalışırsın. Aynı şekilde karşıda da gözüne batması gereken şeylere karşı körleşirsin. Çabuk affedersin. Hormonlar sayesinde bu o kadar da zor gelmez o an ama hiçbir yalan sonsuza dek sürdürülmez. Roller bırakılır gerçeklerle yüzleştirilir. Mesele zaten sonrasıdır. Sevgi ve saygı ile tutku gitse de dostluğun kaldığı bir ilişki varsa ne ala ama yoksa çiftler birer kurbana dönüşür. Sorunlar çıkar, büyür. Herkes kendi açısından bakar olaya ve tek bir açıdan her iki taraf da zavallıdır. Bahar şenliğine dahil ettiğim Madam Bovary'e -bizdeki Aşk-ı Memnu'ya gerçekten benziyor- baktığımızda örneğin kadın bir kurbandır. Sadece biraz üst sınıftan olmasıyla öne çıkan biriyle evlenmiş ama çok hızlı bir şekilde istediğini bulamayıp mutsuzluğa sürüklenmiştir. Daha lüks yaşamlara özenmiş kendisininkini yetersiz bulmuştur. İşkolik kocasından göremediği ilgiyi başkalarından görmek istemiştir.
İlk aşığı basit bir gençtir ve utangaçlıkla ona zarar vermek istemeden uzaktan sevmeyi yeğlemiştir. Eh kadınlar anlar bu platonik hisleri. Emma da anlıyor ve bundan hoşlanıyor ve ilgisini dışarıya yöneltme için yumuşak bir deneme süreci olarak kullanıyor oğlanı. Çocuk zaten aşk üçgenlerinin iyi elemanı. Bunlar kitaplarda olduğu gibi gerçek hayatta da aynıdır. Kendilerinden çok başkalarını düşünürler ve bu sebeple sahip olmak için çalışmazlar. Kadınlar böylelerini sadece bir arkadaş olarak sürekli yanında tutmayı severler. Böyle bir ilişkide isim koymaya işleri hızlandırmaya çok gerek yoktur. Çok sevdiğim kitap karakterlerinden Drizzt Do'urden'in Cattie Brie ile aşkı böyleydi. Nasıl bir toplumdan geldiğini ilk inceleme yazımda anlatmıştım. Bu hikayesini daha anlamlı kılıyor. Drizzt içindeki karanlıkla bir çok kez savaş vermiş bu yüzden doğru davranmaya kendini daha fazla zorlamış bir karakter. Cattie Brie'ye ilgi besliyor ama bunu isimlendirmeden uzak duruyor uzun süre. Derken bir başka dostu Wulfgar da aynı ilgiyi besleyince kendini geride tutuyor. İkisini de kırmak istemediği için içindeki kıskançlık ve acıyla savaşarak onların ilişkisini bozmuyor. Wulfgar uzaklaştığında yakınlıkları artsa da geri geldiğinde o anları bir düş kabul edip çekilmesini biliyor. Bir kadın için ideal aşık ama yaşantılarının hiç kolay olmadığını iyi biliyorum. Ama böylesi insanlar en azından bir kişiye karşı böylesi davranan insanlar yok değil. Olayların nasıl sonuçlanacağı ve bu iyi çocukların öyle kalıp kalamayacağı da zamana ve yaşantılara bağlı. Böylelerini illa kitaplara gömülmüş hafif entellektüellerde de aramayın. Bazen kaba saba bir köylüde, bir ayyaşta ya da ergenliğin dibi denecek kadar sapık fikirlere sahip birinde bile olabilir. Örneğin dışarıdan tam bir liseli ergen görünümünde arkadaşım biraz sohbet edip kendini açtığında kızlara karşı yukarıdaki gibi davrandığını söylemişti. Şıpsevdinin tekiydi ve her ilişkisinde beraberlik bekliyor ama başaramıyordu. Karakterinin çevrenin etkisiyle bozulmuş yönleriyse bir tür kozaydı. Bir gün bir kız o kozayı açıp içinden kelebek çıkarır beklentisiyle izliyorum onu. Kim bilir bu kendim için de yeni bir kapı aralar.
Madam Bovary'nin ikinci aşkı ise bizim Behlül tarzı bir adam oluyor. Bazıları için ikili ilişkiler sahip olma teması üzerinedir. Onlar kendilerini hormonlarının egemenliğine ve kibirlerine bırakmışlardır. Davranışlarının temelini ilkel güdüler oluştursa da dışarıya son derece iyi görünürler. Bilirsiniz işte bakımlı bir vücut, saçlar, iyi bir yüz ve artık ezbere yapılan hareketler, güzel sözler. Kadınlar bunların arkasındaki yapaylığı o baştan çıkma anında biraz zor görürler ve her kadın ne kadar amazon ruhu taşırsa taşısın kapılabilir. Tabii kendi içinde birbirinden farklı pek çok hali vardır. Kimi giderek daha çapkınlaşır. Dorian Gray'de, Goldmund'da ya da okumasam da duyduklarımla buraya katabileceğim Gray buna örnektir. Hatta Sinestezya kitabında adını unuttuğum bir erkek işi abartıp alfabetik sıraya döküyordu. Böylesi bir süre sonra sert duvara toslar ve bir kadına ciddi anlamda kapılıp fatih iken fethedilen olana kadar böyle devam eder. İkinci aşk böyleydi ve Emma neredeyse o kadındı. Ama neredeyse... Eh bir Bihter değil. Bazısı o kadar çapkın değildir ama aynı güdülerle hareket eder. Issız Adam filmindeki karakter buna örnek olabilir sanırım. Böylesi tanımaya anlamaya çalışır, değişmeye çalışır, karşı tarafa istediklerini vermeye çalışır. Belki o kadın için hiç kimsenin yapmadığı kadar büyük bir istekle yapar ve bu da baştan çıkarıcıdır. Bu kozadan çıkıp iyi olan öze ulaşmak değil de çirkin bir bedene parıltılı bir cüppe geçirmek gibidir. Herkes dışarıdaki güzelliğe bakar ve cüppe karşı taraf için güzel ne ise onu anladığı ölçüde buna dönüşür. İçindekinin ise iki amacı vardır elde etmek ve elinde tutmak. Ellerindeyken yalanlar bozulur cüppenin ardı görülür ve hatalar yaparlar, kadın uzaklaşmayı denediğinde özürlerle bu hatalardan dönmeye çalışırlar ve yine o cüppeyi geçirirler. Karşı taraf o kadar kolay da vazgeçemediği için yine aldatılır ve sınır geçilene ya da daha iyisi bulunana dek bu böyle devam eder. Sadece bu da değil ellerindeki şeyi istedikleri hale getirmeye de çalışırlar. Karşı cins onların bir aksesuarına dönüşür ve dışarıya kendilerini muhteşem gösterebilmek için onlar da belli şekilde davranmalı, belli şekilde görünmelidir. Erkek olduğumdan erkeklerin bakışından alsam da kadınlarda da aynısı var. Erkeklerde -ki buna ben de dahildim- kadınları saflaştırıp yüceltme inancı var ama inanın iki ayrı tür değiliz. Sadece ataerkilliğin bir zorunluluğu mudur bilinmez kadınlar yalanlarda daha başarılılar. Öyle ki o sözlerin yalan olduğunu anlamadan ölebilirsiniz. Nitekim Emma zaten içten içe böyle biri ve ikinci aşkından sonra hakimiyet kurmanın yöntemini de öğrenmiş oluyor.
Madame Bovary bir kadının aldatması üzerine bir eser ve kadınlar için yapılan tüm o söylemlerin bakışıyla kurban gibi görülebilir. Hatta pek çok eserde kadın aldattı mı böyle gösteriliyor. Erkeklerin aldatması ise tamamen arzulara yönelmiş çirkin ve aşağılık bir hareket olarak görülüyor. Oysa cidden çok farklı olmadığımız fikri burada da geçerli. Cennetteki Adem'de anlatılan yasak aşktaki erkek karakteri aşağılık bulmadım örneğin. İtiraflardan bahseder gibi birinci kişiyle yazılması bu hissi zaten veriyor. Karakter tıpkı Emma gibi sınıf atlamak uğruna baloların kraliçesi bir kadınla evleniyor. Kız görece zengin bir fırıncının kızı ve adamın finansörlüğünü -ki kayınbabası yatırım yapar gibi yaklaşıyor öyle hibe etmiyor- iyi kullanıp konumunu yükseltiyor. Evlendiği kadın balo kraliçeliğinden ev hanımlığına geçerken bocalıyor elbette. Madame Bovary'de de bir parça gördüğüm hizmetçi tokatlamak ve şımarık aykırı hareketlerle kendini belli etmeye çalışıyor. Öyle ki bir tür psikolojik gerileme yaşıyor sanki. Kitap bir dram değil kara mizah o yüzden abartılı ve komik hareketleri var ve ancak böyle açıklayabilirim. Bizimki de yasak bir ilişkiyle bulamadıklarını tamamlama çabasına giriyor. Karısı başka bir adama yönelince ise içindeki sahip olma güdüsüyle kıskançlık duyuyor. Bunun mantıksızlığını kendisi de itiraf ediyor. Aldatmanın her zaman diğerinden vazgeçiş değil de başka bir boşluğu tamamlama gibi olduğunu gördüm biraz da bu kitaplarda. Sözlerimi kitapta karakterin metresinin sözleriyle bitiriyorum.
"Seni öldürürsem bil ki sevdiğimden öldüreceğim.
Seni öldürmememin tek sebebiyse senden korkmam."
yıllar önce okumuştum Madam Bovary'yi... etkilendiğimi de hatırlıyorum. Klasikleri okurken okumalıyım tekrar.
YanıtlaSilUzun süredir evde duruyordu. Bilmiyorum başlayacak kafada hissetmemiştim kendimi. Doğru bir zamanda okumalıyım ki bana verebileceği şeyler olsun diyordum. Şimdi güzel bir zaman oldu.
SilKadınlar tabi ki yalan söylemede daha başarılı çünkü olmak zorunda. Hiç bir erkek bütünüyle dürüst bir kadını istemez, kendi babası-abisi de dahil. Kadınlık 5 yaşından itibaren numara yapmaktır, rol kesmektir, nabza göre şerbet vermektir. En iyi oyunculuk yapan kadın , en çok takdir edilen kadındır aynı zamanda.
YanıtlaSilMadam Bovary'nin yaşadığı iç sıkıntısı, bir kasaba doktorunun sönük hayatından kaçmak istemesi mümkün ama kendini o kadar kaptırması, aşığının üç kagıtçı olduğunu anlamaması,üstelik adama hediye alacağım diye bir sürü borca girmesi fazlaca safdillik geldi bana.
Kadınlar, aşk, erkekler, ihanet..Derin mevzulara girmişsin. Kolay gelsin.
Evet Cem Yılmaz da bu konuya girmişti. Orada söylemek istediğim de buydu zaten. Güzel yakalamışsın. Emma'ya gelince fazla tecrübesizdi, saftı yaşamı düşünülünce biraz normal tabii.
Silİyi gözlemler, yazı güzel.
YanıtlaSilMadam Bovary okunduğunda hiçbir şeyden memnun olmayan bizden uzak bir tip gibi geliyor ancak öyle değil hepimizde biraz Bovary var öyle ki literatüre bile girmiştir bu Bovarizm akımı :))
Akımı duymuştum evet. Kitaplar zaten bizden uzak şeyler anlatmaz. Fantastik olsalar bile.
Silenterasan bir karakter canlandı gözümde ilk kitapta
YanıtlaSilbir inceliyeyim bakayım
ha unutmadan;
"tek çare kanatlanmak"
Bir çok konuda tek çare o zaten bu yüzden çok zor. Hangisine katlanacağız?
Sil