Asosyallik bazen çok derin bazense daha alt düzeyde toplumdan kopuk olma insanlarla ilişki kurmada zorlanma anlamına gelir. İş gücünün yarattığı yabancılaşma, ailelerin çocuklarını yetiştirmek için zaman ayıramaması ya da ayırdığı zamanlarda yaptığı hatalar, fazlasıyla yaşam ve insanlar hakkında felsefi düşüncelere dalıp, daha önce bahsettiğim gerçek hastalığına yakalanmak... Bunların bir ya da birden fazlası ve belki sayamadığım bir çok sebeple insan asosyalliğe sürüklenir. Bazıları hallerinden gayet memnundur gerçekle yüzleşmeleri gereken bazı anlar dışında öyle olduklarını hatırlamazlar bile. Örneğin daha önce de hayran olduğumu açıkladığım Uzun Çorap Pippi tüm o deliliği, ilginç adetleriyle toplumdan kopuk hayatından gayet memnun bir hava verir. Ama bir gün yetişkinlerin de olduğu bir davete katılmıştır. Viktoryen kadınların havalı sohbetleri sonunda hizmetçilerine dayanır. Pippi'nin bir hizmetçisi oldu mu gerçekten bilinmez ama yoksa da hayal gücü ile bir tane yaratıvermiştir. Onlara kendi garip hizmetçisinden bahseder durur ve sohbetlerine katılmaya çalışır ama elbette ki hem yaşı hem de söylediklerindeki absürtlük yüzünden umursanmaz hatta can sıkıcı bulunur. Pippi'nin tosladığı bir duvardır bu ve karakteri hüzünlendirir.
"Zaten ben de öyle sanmıştım. Nasıl hareket etmem gerektiğini bilmediğimi! Denemenin de faydası yok, belli ki asla öğrenemeyeceğim. Keşke denizlerde kalıp hiç dönmeseydim."
Denizler... Elbette babasıyla birlikteki yolculuklarını kast ediyor ama burada bir çift anlam da var. Aynı zamanda hayal dünyasını da kast ediyor. Yalnızlığı unutturacak en güzel şey hayallerdir ve bazılarına hayat öyle zor gelir ki o dünyada kalmak ve dışardakilerden sürekli uzaklaşmak isterler. O dünyada kendilerini yalnız hissetmezler o dünyada anlayamadıkları ve kendisini anlamayan insanlarla uğraşmaları gerekmez. Orada özgürdürler toplumun her türlü sınırlamasından uzaktırlar. Pippi okula gittiğinde kadınların gününe davetine katıldığında o dünyadan çıkıp normallerin arasına çıkmayı denemişti. Bu an onun unuttuğu duvarlarla, yalnızlığıyla yüzleşme anıydı. Kurtlara Söyle Eve Döndüm'deki anlatıcı baş karakterimiz de hayaller dünyasına sığınmayı seviyor. Onun hayali orta çağ dünyasına dönmek. Kendini o zamanların kıyafetleri yaşam tarzına ait hissediyor. Bu hayalini olabildiğince gerçekçi yapmak için ormanlara gidiyor. Çünkü orada binalar yollar arabalar yok. Ormanlar zamansız bölgeler ve istediğin zamanda hayal edebilirsin kendini iş böyleyken. Özellikle karın yağdığı ve insanların attığı çöpleri falan kapatıp tamamen bugünün gerçekliğinden ayırdığında bayılıyor. Ortaçağ kıyafetleri geçiriyor üstüne ve orada hayalleriyle zaman geçirip gerçeğe dönüyor ardından. Bir tür kişisel terapi gibi. Kızımız asosyal ve Pippi gibi tek başına yaşadığı evinde değil her gün gerçekle yüz yüze devam ediyor hayatında. Düzelme çabasında olan ama çok da başaramayan bir kız. Şu iki alıntı onu iyi anlatacaktır eminim.
"İşin en kötü tarafı umut etmek... Her yeni partide ya da insan grubunda belki de bu kez şansım yaver gider diye umuyorum. Belki bu kez normal davranırım diyorum. Yeni bir sayfa açarım. Yeni bir başlangıç yaparım. Ama sonra kendimi orada oturmuş işte yine aynı şey oldu diye düşünürken buluyorum."
Bu bana en son izlediğim Mad Max'teki "Umut büyük bir hatadır. Eğer bir şeyleri düzeltemezsen delirebilirsin." Ejderha Mızrağının ünlü karakteri Raistlin'in "Umut, atların daha hızlı koşmasını sağlamak için burunlarının önünde tutulan havuçtur." sözlerini hatırlattı. Tam da böyle işte. Umut etmek seni yaşama devam etmek için ölmemek için ve hala sistem için yararlı olmaya çalışmak için güç veriyor. Seni oyalıyor. Ama her başarısızlıkta biraz daha deliriyorsun. Bu kişilerle ilgili en büyük problem kendileriyle barışmalarında. Kendini ne yüceltmek ne de yerin dibine sokmak. Olduğu gibi kabullenmek ve sevmek. Athena'nın şarkısındaki gibi "Ben böyleyim." diyebilmek.
"Beans benim tek arkadaşımdı çünkü ben hep böyleydim. İçimi dışımı bilen bir tane iyi arkadaşa ihtiyacım vardı. Çoğu insan böyle değil. Çoğu insan sürekli başka insanlarla tanışmak istiyor. Sonuçta Beans de böyle bir insan çıktı. Bir süre sonra düzinelerce arkadaşı olmuştu ve beşinci sınıfa geldiğimizde şu açıkça görülür hale gelmişti: O benim en iyi arkadaşımdı belki ama ben onun en iyi arkadaşı değilim."
Bir de böyle bir durum var. Çevrelerinde tutunacak bir dal arıyorlar Pippi'nin kardeşleri hayatına sokması ve onlara tutunması gibi. Ama böyle bir insanı kaldırabilecek yapıda pek fazla insan yok. Sonuçta başkaları kendi hayatlarına bakıyorlar ve siz onların hayatında bir figüran gibi kalıp unutuluyorsunuz. Karakterin bağlılığına içtenlikle cevap veren tek kişi dayısı ve onun ölümüyle başlıyor hikaye. Eşcinsellik ve diğer mevzulara daha sonra döneceğim ama karakterin bu kişiliği de üzerinde konuşulmaya değer bir mevzu ve kitapta beni en çok etkileyen yön. Çevrenizde böyle insanlar varsa bir nebze anlamanız dileğiyle...
Yok valla bir tek ben varım...Olsa da uğraşsam, onunla uğraşırken kendimi görebilsem ama yok...Ne komik dimi? :)
YanıtlaSilHerkes bir şekilde sosyalleşmenin yakınlaşmanın bir yolunu buluyor normalleşiyor.
Şahsen bende de durumlar çok farklı sayılmaz. Anlayabiliyorum o yüzden. Bir umut bir bu sefer farklı olmalı inancı hep var ama.
SilGerçekten eline sağlık muhteşem bir yorum olmuş. Tam düşüncelerimi aktarmışsın. Uzun süredir Yeraltından Notları okumak istiyordum. Senin gibi hissedeceksem hemen başlamak istiyorum *.*
YanıtlaSilFazlasıyla karamsar bir karakter olduğunu söyleyerek uyarayım. Yazarı biliyosan az çok tüm eserlerinde karamsar havalar olduğunu zaten bilirsin gerçi. Oradaki karakteri seveyim mi acıyayım mı yoksa kızayım mı bilemedim. Ama evet çok sağlam yüzleşmeler yaşadım onda da. Yazıdaki gerçek hastalığı linkine tıklarsan orada da anlattım kitabı.
SilLord@ size bir yazı göndermek istiyorum . Nereye iletebiliriz!?
YanıtlaSildragon-3840@windowslive.com mail adresim. Yollayınca tekrar buradan söylersen sevinirim. Sık bakamıyorum maillere.
SilDers olarak okutulmalı bunlar hakikaten
YanıtlaSilher şeyi abartan bir millet olduğumuz için, bunun da bokunu çıkartıp hastalık haline getiriyoruz
Abartılanın ne olduğunu tam anlamadım. Asosyallikse kastın arabeskliğe vuruyor bazıları. Hani arabesk bunalımların da ölüme kadar yolu var.
Silaklına ne geliyorsa;
Silsevmesini, sevilmesini, öfkeyi, sevinci
her şeyi uç noktalarda yaşamayı seven bir milletiz.
Doğrudur. Bu yüzden akılcı avrupalılar bizi hiç anlayamıyorlar.
SilÇok güzel ifade etmişsiniz kitapla ilgili düşüncelerinizi. Okuduğum kitaptaki hikaye ve karakterlerle bütünleşiyorsam daha çok merak ederek okuyorum kitabı.
YanıtlaSilAynen. Kitap yazmak bazen okyanusa şişe içinde atılan o notlar gibi. Atarsın birine ulaşmasını beklersin onları anlayabilecek birine. Okusun ve bazı şeyleri görsün diye belki. İşte bazı yazarlarda ciddi anlamda o havayı seziyorum. Kitapla özdeşleşince üzerine benim için yazılmış gibi oluyor. Bağ kuruyorum yazarla onu anladığımı düşünüyorum artık ne kadar anlaşılırsa. Bu kitabın bana verdiği his de böyle bir histi.
SilYorumunu çok beğendim! Hepimizin adına düşüncelerini çok iyi yazıya dökmüşsün. Zaten kitapların tadı onları yaşamış gibi okursak çıkar. Kitabın içine girip tüm kelimeleri hissetmeliyiz. :)
YanıtlaSilÖyle. Ama bazen fazla hissedince düşünce denizinde boğuluyor insan.
Sil