3 Mayıs 2015 Pazar

Ender Serisi / Irkçılık Üzerine

İlk kitabı filme de dönüştürülen Ender Serisi'den daha önce bahsetmiştim. İnternet üzerinden dünya hakimiyetine girişen Peter Wiggin'in hikayesi üzerinden. Ama işin asıl boyutu Ender Wiggin'in hayatı elbette ve onun hayatının da büyük teması ırkçılıktır. Yazarın özellikle kızılderililer ve Amerika'nın keşfi meseleleriyle yakından ilgilendiğini söylemeliyim. Bu tecrübe eserlerine de yansımış. Filmi de yapılan ilk kitap uzaylı istilası korkusu altında geçiyor ve Ender'in böcekleri yok edecek bir komutana dönüşmesi anlatılıyor. İşin garip tarafı insanlar böceklerin tekrar saldıracağından emin değil. Onlarla iletişim kuramıyorlar onları anlayamıyorlar bu yüzden korkuyorlar ve yok etmek istiyorlar. Ha tabii hazır soylarını kırmışken sahip olduklarını da ele geçirmek de ekstra fayda. Bu bana Haçlı seferlerinden bugüne İslam coğrafyası ile Batının bitmek tükenmek bilmeyen savaşını hatırlatıyor. Evet elbette bir çok ekonomik ve siyasi neden var ama bunlar iktidarların sorunu. Peki ya halk? Savaşlar toplu cinayetlerdir ve bir asker ilk kez kendi kılıcı ya da modern anlamda kurşunuyla birini öldürdüğünde tam olarak ilk cinayetini işleyen birinin hissettiklerini hisseder. Diğer insanların kanlarının fışkırmasını cesetlerin yere yığılmasını izlerken dehşetten sıyrılmak için tutunacak bir şeylere ihtiyaç duyar. Haklı olduğunu gösterecek şeylere. Bunların biri din, diğeri milliyetçiliktir. Kimlik bağlamında bakıldığındaysa ikisi de ayn kapıya çıkar. Kendi değerleri övülür, dış dünya bu değerler üzerinden yargılamaya tabii tutulur. Düşmanın en kötü yönleri bulunup büyütülür büyütülür ve tüm bir ırkın üzerine bu suç yıkılır. Tanıma fırsatı bulsalar hepsinin aynı olmadığını görecekler.


İkinci kitap Ölülerin Sözcüsü'nde böceklere yeni bir ırk daha ekleniyor Penguaninolar yada daha halk tabiriyle domuzcuklar. Bunların yaşantısı büyük ölçüde kızılderili inançlarına benziyor. Bir parça Avatar filmi havası da sezmedim değil. Filmi yapılırsa kesin sizin de aklınıza Avatar'ın o mavi tenli uzaylıları gelecek. Filmde ağaçlar atalarının ruhlarıyla bağlantı kurmalarını sağlıyordu. Burada da çok benzeri bir durum var. Domuzcukların dünyası gizemi şu an okuduğum üçüncü kitabında da devam eden özel bir ekosisteme sahip. Kitabın başlarında uzaylı ırkımızın işlediği bazı cinayetler anlatılıyor. Sonuna kadar da insanlar ardındaki gerçeği anlamadan hatta anlamaya çalışmadan bu ırka nefret duyuyorlar. Hani çoğumuz yamyamlar hakkında korkunç hikayeler duyar bu barbarların artık olmadığı için şükrederiz. Ama bilmediğimiz şey besi hayvanlarının bereketli hilal dediğimiz bölgede toplandığı ve o insanların yiyecek bir protein kaynağı bulamadıkları gibi diğer bitkilerin de çoğunu tanımadıkları ve beslenme kaynaklarının çok az olduğudur. Batılılar onların karınlarını doyurmak yerine öldürmeyi seçtiler. Anlamayı denemediler bile. Kitapta tam da bu sorgulanıyor. Hatta bir karakter var ki etrafında toplanan insanlarla dikdatörlerin nasıl güç sarhoşu oldukları onun gözünden çok iyi anlatılıyor.

Üçüncü kitap Soykırım'da iş daha da büyütülüyor. Bir virüsün ve hatta bir bilgisayarın yani ruhu ve bildiğimiz anlamda bir bilinci olmayan cansız kabul ettiğimiz iki varlığın yaşam hakkı savunuluyor. Hastalıklarla boğuşan biri olaraktan virüsün yaşam hakkı savunulduğunda yeter artık dedim benim de hümanistliğimin bir sınırı var. Ama bilgisayar mantıklıydı bir açıdan. Bahsettiğim bilgisayar programı yani Jane son zamanların aksiyon dolu filmi Age of Ultron'daki süper robotumuza epey benziyor. Tüm dünyadaki bilgilere ulaşma gücüne sahip mükemmel bir yapay zeka. Buna karar verse Ultron ile aynı şeyi yapması işten bile değil. Ama o Ender sayesinde fazlasıyla insancıl. Normalde bilgisayarlar insanları anlayamayacak kadar akılcıdır. O yüzden bilgisayarların yönettiği Terminatör ya da Matrix gibi tüm distopyalar karanlık bir dünyaya açılır. Ama dünyayı Jane gibi birisinin yönetmesini dilerdim. Yine akılcı olurdu ama yok etmeye dayanmazdı. Olabilecek en iyi çözümler için çalışabilir ve anlamak için sürekli bulduğu insanlarla bağlantıda olurdu. Tüm dünyadan isteyen herkesle aynı anda ilgilenebilecek bir kapasitesi olması da cabası.  Dünyayı insanların iyi yönetebileceğine inancım her geçen gün azalırken Jane'e seve seve hizmet edebilirdim.

Irkçılığın kaynaklarından biri onları anlamamaksa diğeri kibir ve bencilliktir. Pek çok filozof ve sosyolog haklı bir şekilde toplumu insan gibi düşünürler. Böyle bir benzetmeyle yola çıkarsak bireydeki bencilliğin kollektif hali milliyetçiliktir. Kibir ise bunu ırkçılığa dönüştürür. Elbette tokat atıldığın yanağını çevirmek gibi şeyler masaldır. Zaman Çarkındaki tenekeciler gibi göçebe ve basit bir keşiş hayatını herkes kaldıramaz. Kimseden de bunu beklemiyorum. Zarar gördüğünde elbette korunacak kendinden olanı savunacaksın. Her ne kadar bizde bu Türk'ü savunmak değil de Arap'ı savunmak haline gelse de ona da eyvallah. Ama bir adım geçmeden önce düşmanını tanımalısın anlamalısın onun neden böyle olduğunu nasıl kansız düzelebileceğini kavranmalısın. Hele ki yok etme gücü senin elindeyse bu iki kat daha önemli hale geliyor. Kürt'ün Türk'ü anlamasını beklemeden önce biz onları anlamalıyız. İsrail ve Batı da kalemlerini kırmaya karar vermeden önce bizi anlamalı. Fakat bu olmuyor her zaman bir duvara toslanıyor. İnsanoğlu bencilliğini kibre milliyetçiliğini ırkçılığa dönüştürmekten kurtulamıyor. Korku ve kibir nefret zincirlerini büyütüyor.

Kadınlara ilk kez seçme hakkı veren 23 Nisan'ı tüm dünyanın çocuklarına armağan eden "Yurtta sulh cihanda sulh" diyen bir Ata'nın nesli olarak bu konuda en fazla bilince sahip olması gereken de biziz. 3 Mayıs Milliyetçiler Günü kutlu olsun. Irkçılığa, kafatasçılığa dönüşmeyen Ata'nın izinden bir milliyetçi bilinç dileğiyle... 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder