Nevruz... Baharın başlangıcı. Farslar, Kürtler, Zazalar, Azeriler, Anadolu Türkleri, Afganlar, Arnavutlar, Gürcüler, Türkmenler, Tacikler, Özbekler, Kırgızlar, Karakalpaklar, Kazaklar tarafından kutlanan bir bayram. Nevruz eskiden aynı coğrafyanın insanlarının ortak sevinci birlikte yaşadıkları bir mutluluktu. Fakat bugün bazıları için ayrımın sembolü haline gelmeye başladı.
Önceden dost olanlar şimdi birbirlerinden koptular. Van depremi olduğunda ırkçı bir söylemle hak ettiklerini ima edenlerin bile olduğu bambaşka bir zamana düştük. Herkes kendini haklı çıkarmak için bir diğerinin yaptıklarından şikayetçi oluyor. Türkler 90lardan beri başlayan PKK teröründen dem vururken, Kürtler Dersim diyor, seksenlerin o korkutucu hapishanelerinde çektiklerinden dem vuruyor. Her biri haklı kendince belki. Herkesin bahsedecek bir acısı var. Ama bu süregiden dehşet verici olayları haklı kılmıyor. Çanakkale Belediye Başkanı Ülgür Gökhan anma gününde ne güzel söylemiş: "Türkle – Kürt çatışırsa ne Türk kalır ne Kürt. Aleviyle – Sünni ayrışırsa ne Alevi kalır ne Sünni. Oysa Türkle – Kürt, Aleviyle-Sünni birleşirse ne zalim kalır ne de zulüm." Cephede birlikte savaştığın, nevruzda aynı sevinci yaşadığın, seninle aynı dinden, aynı topraklarda yıllardır birlikte yaşadığın insanlarla bu duruma düşmek gerçekten acı. Durup ne ara böyle olduk diyor insan sorun bizde mi? Sonra dünyaya bakıyorum. Bir tarafta bir zamanlar nazi postallarıyla ezilmiş bir halk olan mazlum Yahudilerin bugün nasıl zalime dönüştüğünü görüyorum. Güç için para hırsı için yapılmış onca savaşı görüyorum. Köleleştirilmiş farklı deri rengi yüzünden dışlanıp ikinci sınıf vatandaş muamelesi görmüş zencileri görüyorum. Bir şeyler yanlış ama bu yanlış tek tek milletlerde değil insanoğlu yaradılışından bu yana nefret zincirleri oluşturmaya devam ediyor. İnsan bu yüzden sırf tarihe baktıkça umutsuzluğa düşüyor bu cenderenin içinde boğulduğunu hissediyor insanlığından utanır oluyor. Biz ki kardeşliğe dayanan, peygamberi ölürken vasiyetinde kardeşliği vasiyet eden bir dine mensubuz. Hoşgörüsüyle bilinen bir millete bir kültüre mensubuz. Biz bile bunu yapıyorsak kim kırabilir ki nefret zincirini? Kim daha iyi yapabilir bu dünyayı?
Türk Fantastik Edebiyat yazarı Barış Müstecaplıoğlu da bunu sorgulayanlardan. İsimler murattır derler, ailesi neyi arzuluyorsa onun sesi temsilcisi olsun diye çocuklarına o ismi koyarlar. Barış da hakkını verip barış hayalleriyle dolu dolu kitaplar yazmış. Ondan bahsetmesem olmazdı çünkü edebiyatımız içerisinde bu türde yazan insan o kadar az ki nesilleri tükenmesin diye koruma altına alacak halimiz olmadığına göre olabildiğince okunmasını sağlayıp bu türde yazacaklara ilham ve cesaret vermek gerek. Öncelikle bilmeyenler için şu yazıya bir göz atmalarını öneriyorum. Önceki yazımda Mülksüzler'den bahsederken önce yazarın içinde yaşadığı zamanı ve ortamı anlatma gereği duymuş ve yazarın eserinin tüm bunların ürünü olduğunu söylemiştim. Berlin Duvarı kitabın başlangıcıydı ve kitabın tamamı tüm ayrı dünyalara farklı fikirlere rağmen duvarların yıkılışına ayrılıkların son bulmasına bir çağrı içeriyordu. Barış Müstecaplıoğlu da aynı çağrıyı yapıyor kitaplarında. Kendi toplumunda bu kadar ayrılığı gören bir yazar için oldukça doğal değil mi? Şamanlar Diyarı, Keşifler Zamanı, Özgürlükler Uğruna kitaplarından oluşan üçlemede bu coğrafyanın efsanelerinden üretilmiş bir dünya var ve bu mistik dünyada da buradan farksız olarak bitmeyen bir nefret zinciri hakim. Kitaplarda türlü türlü hayvanlara bir Ali Cengiz edasıyla dönüşen Şamanlar baş rolü çekiyorlar. Bunlar epeyce güçlüler çünkü dönüşecekleri hayvan için gereken şeyleri yaptıkları müddetçe istedikleri sayıda hayvana dönüşebildikleri gibi aralarında ölümsüzlüğü bulanlar bile var. Şamanlar çevrelerine karşı oldukça duyarlı ve saf kalpli insanlar. Herkes için en iyisini istiyorlar. Durmadan yorulmadan masum olanın mazlum olanın belini doğrultmak için çalışıyorlar. Tam da bu yüzden bir zamanlar saygı gören bir grupken sonrasında dışlanan istenmeyenler arasına giriyorlar. Çünkü dünyanın hırslı imparatoru bizim dünyanın tüm hırslı yöneticileri gibi tek bir şey istiyor. Hükmetmek. Bu yüzden kral şamanlar yerine onların bir muadiline güveniyor tüm fantastik kitapların olmazsa olmazı büyücülere. Bunlar oldukça güçlü saldırı büyüleriyle donatılmış kişiler. Kitap daha ilk sayfasından bir şamanla bir büyücünün zorlu çatışmasıyla başlıyor ve içine çekiyor sizi
Bir de Farsların şahmeran efsanesinde geçen insan gövdesine ve ucunda bir yılan başı olan kuyruğa sahip olan Harnanlar var. Bunlarla kitabın ilerisinde tanışıyorsunuz. Şahmeranlara ilgim olduğu için görür görmez en çok ilgimi çeken onlar oldu. Mersin'in Tarsus ilçesine gidenler onları ve efsanelerini az çok bilirler. Kardeşleri tarafından yer altında bırakılan Cemşab'ın burada uzun süredir insanlardan uzak yaşayan Meranların gizli cennetini bulmuştur. Şahmeran oradaki yılanların güzeller güzeli kraliçesidir. Bu bir aşkın hikayesidir ve tüm aşk hikayeleri gibi acı biten bir sona sahiptir. Burada da o cennet diyar kaybolmuş bir ada olarak var ve kitaptaki insanlar için umut baskıdan ve şiddetten kaçmak için yapılan bir hicret yolculuğu. Ayrıntılarına elbette fazla girmeyeceğim ama bu yolculuk daha sonra farklı bir sürü maceranın da kapısını açıyor. Daha farklı bir çok yaratık daha tanıyoruz ama gördüğümüz acılar hep aynı. Kitapta nefret döngüsü sık sık sorgulanıyor. İnsanların bitmek tükenmek bilmez düşmanlar yaratma barış içinde yaşayamamaları eleştiriliyor. Birlik birliktelik çağrısı yapılıyor. Sonunda ise yazarın önceki serisi Perg efsaneleriyle sürpriz bir şekilde birleşerek -bu yüzden okumadıysanız önce Perg Efsaneleri'ni okuyun- nefretin kırılmasına, ayrılıkların son bulmasına duvarların yıkılmasına bir çağrıya dönüşüyor. İnsanlar ve tabii serinin fantastik yaratıkları nefrete değil ortak acıya konsantre olarak birleşiyorlar. Daha adil, daha iyi, barış dolu bir dünyanın hayali için. Buna ulaşabilecekler mi ulaşsalar da böyle bir ortamda bu barış ne kadar sürecek meçhul ama en azından deniyorlar. Daha derinlemesine bir inceleme için fantastik edebiyatı inceleme konusunda işin ehlinden bu yazıya da bir göz atın.
Yeri gelmişken barış konusunu animelerinde bir çok kez geçiren Japonları da anmak istiyorum. İki atom bombası yiyerek savaşın en acı yükünü görmüş Japonlar'ın tarihlerindeki acılar bununla kalmıyor. Bir çok derebeylikle yönetildiği zamanlar, etraflarında sarı ırktan diğer milletlerle yaptıkları savaşlar, samurayların, roninlerin o uzun tarihini durup araştırırsanız pek çok acıyla bugüne geldiklerini görürsünüz. Bu yüzden yeni nesillerin yetiştirilmesinde bu değerlerin aktarılmasına önem veren Japonlar pek çok animede aynı vurguyu yapmışlar. Ruroini Kenshin'de Cumhuriyet için verilen savaşta binlerce can almış son kılıç ustalarından Himura Kenshin'in hikayesi anlatılıyor. Kenshin öldürmemeye yemin ediyor ve kendine ters katana yaptırıyor. Seri boyunca da olabildiğince kan akıtmamaya öldürmemeye çalışarak düşmanlarını alt ediyor. Pek çok düşmanı öldürüyor ama asıl düşmanı her zaman kendi karanlık tarafı. Kenshin'in kendi saldırma güdüsüne içindeki geçmişe gömdüğü canavara karşı verdiği mücadele aslında pek çoğumuzun vermesi gereken bir savaş. Yine çok bilinenlerden birisi Naruto. Hikaye ninja denilen özel güçlere sahip insanların fantastik dünyasında geçiyor. Birbirinden apayrı dünyalara sahip iki dostun Naruto ve Sasuke'nin hikayeleriyle başlıyor. Biri içine dokuz kuyruklu tilki yerleştirilmiş ve bunu bilen halk tarafından sürekli dışlanan Naruto, diğeri ise şaringan denen efsanevi göz yeteneğine sahip bir ailenin son ferdi. Biri yeteneksiz, yaramaz, saf bir tabiata sahip; diğeri ise başarıdan başarıya koşan altın çocuk, fazlasıyla zeki olan biri. Bu iki çocuğun omuzlarında büyük bir yük var. Onlar yıllardır tekrar tekrar yapılan bir savaşa son vermek zorundalar. Tabii hikayenin başında bunu bilmiyorlar. Ama yaşamları onlar farkında bile olmadan bu sona iterken anime çıkardığı karakterler ve anlattığı olaylarla tekrar tekrar savaşı ve barışı sorgulamamızı sağlıyor. Bir bilimkurgu mecha (Iron Man zırhından hallice bir robot giysisi) evreninde geçen Code Geass akıl dolu savaşlarla dolu bir bağımsızlık mücadelesini anlatıyor. Karakterimiz İngiliz hakimiyetindeki bir Japonya'da Japonlarla beraber savaşan bir İngiliz prensi. Tabii bunu yapmasında kendi başka sebepleri de var ama kardeşine barış dolu dünya bırakmak en büyük ideali. Serinin sonunda onlara sadece bağımsızlığı değil daha fazlasını barış dolu bir dünyayı veriyor. Üstelik büyük bir fedakarlık yaparak. Henüz bir sona ulaşmadı ama şu sıra takip ettiğim Aldnoah Zero adlı animede de Mars'a yerleşmiş ve daha ileri bir teknolojiye sahip Vers İmparatorluğu ile Dünyalılar arasındaki savaş kontrol ediliyor. Serinin prensesinin sonunda gerçekleşmesini umduğum hayali ise elbette yine barış. Bunların hepsini de izlemenizi öneririm. İlk ikisi uzun geliyorsa diğerlerine bakın. Daha bildiğim bilmediğim bir sürü var böyle. Japonlar bu hayali çocuklarına aşılamak için çok iyi bir yol seçmişler. Ve emin olun bu animeler biz daha büyükler için de çok şey anlatıyorlar. Zaten anime çocuklar için değildir. Bundan çok daha derindir çoğu zaman.
Nefret zincirlerinin kırılması Barış'ın hayallerinin, barış hayallerimizin bir gün gerçek olması ve birlik içinde mutlu geçen Nevruzların dileğiyle...
Önceden dost olanlar şimdi birbirlerinden koptular. Van depremi olduğunda ırkçı bir söylemle hak ettiklerini ima edenlerin bile olduğu bambaşka bir zamana düştük. Herkes kendini haklı çıkarmak için bir diğerinin yaptıklarından şikayetçi oluyor. Türkler 90lardan beri başlayan PKK teröründen dem vururken, Kürtler Dersim diyor, seksenlerin o korkutucu hapishanelerinde çektiklerinden dem vuruyor. Her biri haklı kendince belki. Herkesin bahsedecek bir acısı var. Ama bu süregiden dehşet verici olayları haklı kılmıyor. Çanakkale Belediye Başkanı Ülgür Gökhan anma gününde ne güzel söylemiş: "Türkle – Kürt çatışırsa ne Türk kalır ne Kürt. Aleviyle – Sünni ayrışırsa ne Alevi kalır ne Sünni. Oysa Türkle – Kürt, Aleviyle-Sünni birleşirse ne zalim kalır ne de zulüm." Cephede birlikte savaştığın, nevruzda aynı sevinci yaşadığın, seninle aynı dinden, aynı topraklarda yıllardır birlikte yaşadığın insanlarla bu duruma düşmek gerçekten acı. Durup ne ara böyle olduk diyor insan sorun bizde mi? Sonra dünyaya bakıyorum. Bir tarafta bir zamanlar nazi postallarıyla ezilmiş bir halk olan mazlum Yahudilerin bugün nasıl zalime dönüştüğünü görüyorum. Güç için para hırsı için yapılmış onca savaşı görüyorum. Köleleştirilmiş farklı deri rengi yüzünden dışlanıp ikinci sınıf vatandaş muamelesi görmüş zencileri görüyorum. Bir şeyler yanlış ama bu yanlış tek tek milletlerde değil insanoğlu yaradılışından bu yana nefret zincirleri oluşturmaya devam ediyor. İnsan bu yüzden sırf tarihe baktıkça umutsuzluğa düşüyor bu cenderenin içinde boğulduğunu hissediyor insanlığından utanır oluyor. Biz ki kardeşliğe dayanan, peygamberi ölürken vasiyetinde kardeşliği vasiyet eden bir dine mensubuz. Hoşgörüsüyle bilinen bir millete bir kültüre mensubuz. Biz bile bunu yapıyorsak kim kırabilir ki nefret zincirini? Kim daha iyi yapabilir bu dünyayı?
Türk Fantastik Edebiyat yazarı Barış Müstecaplıoğlu da bunu sorgulayanlardan. İsimler murattır derler, ailesi neyi arzuluyorsa onun sesi temsilcisi olsun diye çocuklarına o ismi koyarlar. Barış da hakkını verip barış hayalleriyle dolu dolu kitaplar yazmış. Ondan bahsetmesem olmazdı çünkü edebiyatımız içerisinde bu türde yazan insan o kadar az ki nesilleri tükenmesin diye koruma altına alacak halimiz olmadığına göre olabildiğince okunmasını sağlayıp bu türde yazacaklara ilham ve cesaret vermek gerek. Öncelikle bilmeyenler için şu yazıya bir göz atmalarını öneriyorum. Önceki yazımda Mülksüzler'den bahsederken önce yazarın içinde yaşadığı zamanı ve ortamı anlatma gereği duymuş ve yazarın eserinin tüm bunların ürünü olduğunu söylemiştim. Berlin Duvarı kitabın başlangıcıydı ve kitabın tamamı tüm ayrı dünyalara farklı fikirlere rağmen duvarların yıkılışına ayrılıkların son bulmasına bir çağrı içeriyordu. Barış Müstecaplıoğlu da aynı çağrıyı yapıyor kitaplarında. Kendi toplumunda bu kadar ayrılığı gören bir yazar için oldukça doğal değil mi? Şamanlar Diyarı, Keşifler Zamanı, Özgürlükler Uğruna kitaplarından oluşan üçlemede bu coğrafyanın efsanelerinden üretilmiş bir dünya var ve bu mistik dünyada da buradan farksız olarak bitmeyen bir nefret zinciri hakim. Kitaplarda türlü türlü hayvanlara bir Ali Cengiz edasıyla dönüşen Şamanlar baş rolü çekiyorlar. Bunlar epeyce güçlüler çünkü dönüşecekleri hayvan için gereken şeyleri yaptıkları müddetçe istedikleri sayıda hayvana dönüşebildikleri gibi aralarında ölümsüzlüğü bulanlar bile var. Şamanlar çevrelerine karşı oldukça duyarlı ve saf kalpli insanlar. Herkes için en iyisini istiyorlar. Durmadan yorulmadan masum olanın mazlum olanın belini doğrultmak için çalışıyorlar. Tam da bu yüzden bir zamanlar saygı gören bir grupken sonrasında dışlanan istenmeyenler arasına giriyorlar. Çünkü dünyanın hırslı imparatoru bizim dünyanın tüm hırslı yöneticileri gibi tek bir şey istiyor. Hükmetmek. Bu yüzden kral şamanlar yerine onların bir muadiline güveniyor tüm fantastik kitapların olmazsa olmazı büyücülere. Bunlar oldukça güçlü saldırı büyüleriyle donatılmış kişiler. Kitap daha ilk sayfasından bir şamanla bir büyücünün zorlu çatışmasıyla başlıyor ve içine çekiyor sizi
Bir de Farsların şahmeran efsanesinde geçen insan gövdesine ve ucunda bir yılan başı olan kuyruğa sahip olan Harnanlar var. Bunlarla kitabın ilerisinde tanışıyorsunuz. Şahmeranlara ilgim olduğu için görür görmez en çok ilgimi çeken onlar oldu. Mersin'in Tarsus ilçesine gidenler onları ve efsanelerini az çok bilirler. Kardeşleri tarafından yer altında bırakılan Cemşab'ın burada uzun süredir insanlardan uzak yaşayan Meranların gizli cennetini bulmuştur. Şahmeran oradaki yılanların güzeller güzeli kraliçesidir. Bu bir aşkın hikayesidir ve tüm aşk hikayeleri gibi acı biten bir sona sahiptir. Burada da o cennet diyar kaybolmuş bir ada olarak var ve kitaptaki insanlar için umut baskıdan ve şiddetten kaçmak için yapılan bir hicret yolculuğu. Ayrıntılarına elbette fazla girmeyeceğim ama bu yolculuk daha sonra farklı bir sürü maceranın da kapısını açıyor. Daha farklı bir çok yaratık daha tanıyoruz ama gördüğümüz acılar hep aynı. Kitapta nefret döngüsü sık sık sorgulanıyor. İnsanların bitmek tükenmek bilmez düşmanlar yaratma barış içinde yaşayamamaları eleştiriliyor. Birlik birliktelik çağrısı yapılıyor. Sonunda ise yazarın önceki serisi Perg efsaneleriyle sürpriz bir şekilde birleşerek -bu yüzden okumadıysanız önce Perg Efsaneleri'ni okuyun- nefretin kırılmasına, ayrılıkların son bulmasına duvarların yıkılmasına bir çağrıya dönüşüyor. İnsanlar ve tabii serinin fantastik yaratıkları nefrete değil ortak acıya konsantre olarak birleşiyorlar. Daha adil, daha iyi, barış dolu bir dünyanın hayali için. Buna ulaşabilecekler mi ulaşsalar da böyle bir ortamda bu barış ne kadar sürecek meçhul ama en azından deniyorlar. Daha derinlemesine bir inceleme için fantastik edebiyatı inceleme konusunda işin ehlinden bu yazıya da bir göz atın.
Yeri gelmişken barış konusunu animelerinde bir çok kez geçiren Japonları da anmak istiyorum. İki atom bombası yiyerek savaşın en acı yükünü görmüş Japonlar'ın tarihlerindeki acılar bununla kalmıyor. Bir çok derebeylikle yönetildiği zamanlar, etraflarında sarı ırktan diğer milletlerle yaptıkları savaşlar, samurayların, roninlerin o uzun tarihini durup araştırırsanız pek çok acıyla bugüne geldiklerini görürsünüz. Bu yüzden yeni nesillerin yetiştirilmesinde bu değerlerin aktarılmasına önem veren Japonlar pek çok animede aynı vurguyu yapmışlar. Ruroini Kenshin'de Cumhuriyet için verilen savaşta binlerce can almış son kılıç ustalarından Himura Kenshin'in hikayesi anlatılıyor. Kenshin öldürmemeye yemin ediyor ve kendine ters katana yaptırıyor. Seri boyunca da olabildiğince kan akıtmamaya öldürmemeye çalışarak düşmanlarını alt ediyor. Pek çok düşmanı öldürüyor ama asıl düşmanı her zaman kendi karanlık tarafı. Kenshin'in kendi saldırma güdüsüne içindeki geçmişe gömdüğü canavara karşı verdiği mücadele aslında pek çoğumuzun vermesi gereken bir savaş. Yine çok bilinenlerden birisi Naruto. Hikaye ninja denilen özel güçlere sahip insanların fantastik dünyasında geçiyor. Birbirinden apayrı dünyalara sahip iki dostun Naruto ve Sasuke'nin hikayeleriyle başlıyor. Biri içine dokuz kuyruklu tilki yerleştirilmiş ve bunu bilen halk tarafından sürekli dışlanan Naruto, diğeri ise şaringan denen efsanevi göz yeteneğine sahip bir ailenin son ferdi. Biri yeteneksiz, yaramaz, saf bir tabiata sahip; diğeri ise başarıdan başarıya koşan altın çocuk, fazlasıyla zeki olan biri. Bu iki çocuğun omuzlarında büyük bir yük var. Onlar yıllardır tekrar tekrar yapılan bir savaşa son vermek zorundalar. Tabii hikayenin başında bunu bilmiyorlar. Ama yaşamları onlar farkında bile olmadan bu sona iterken anime çıkardığı karakterler ve anlattığı olaylarla tekrar tekrar savaşı ve barışı sorgulamamızı sağlıyor. Bir bilimkurgu mecha (Iron Man zırhından hallice bir robot giysisi) evreninde geçen Code Geass akıl dolu savaşlarla dolu bir bağımsızlık mücadelesini anlatıyor. Karakterimiz İngiliz hakimiyetindeki bir Japonya'da Japonlarla beraber savaşan bir İngiliz prensi. Tabii bunu yapmasında kendi başka sebepleri de var ama kardeşine barış dolu dünya bırakmak en büyük ideali. Serinin sonunda onlara sadece bağımsızlığı değil daha fazlasını barış dolu bir dünyayı veriyor. Üstelik büyük bir fedakarlık yaparak. Henüz bir sona ulaşmadı ama şu sıra takip ettiğim Aldnoah Zero adlı animede de Mars'a yerleşmiş ve daha ileri bir teknolojiye sahip Vers İmparatorluğu ile Dünyalılar arasındaki savaş kontrol ediliyor. Serinin prensesinin sonunda gerçekleşmesini umduğum hayali ise elbette yine barış. Bunların hepsini de izlemenizi öneririm. İlk ikisi uzun geliyorsa diğerlerine bakın. Daha bildiğim bilmediğim bir sürü var böyle. Japonlar bu hayali çocuklarına aşılamak için çok iyi bir yol seçmişler. Ve emin olun bu animeler biz daha büyükler için de çok şey anlatıyorlar. Zaten anime çocuklar için değildir. Bundan çok daha derindir çoğu zaman.
Nefret zincirlerinin kırılması Barış'ın hayallerinin, barış hayallerimizin bir gün gerçek olması ve birlik içinde mutlu geçen Nevruzların dileğiyle...
Bir yandan okuyorum bir yandan da unutmadan yazayım dedim baharın gelişi kutlu olsun :)
YanıtlaSilTeşekkürler. Soğuk bir kıştan sonra biraz içimizin ısınmasına çok ihtiyacımız var.
SilBlogunuzu takibe aldım. Kitaplar ve sosyoloji :)
YanıtlaSilSosyoloji insanın ürettiği her şeyin içinde zaten. Teşekkürler.
SilBahar geldi! :) Gerçi yağmurlu ve soğuk geldi ama olsun! :)
YanıtlaSilBen de beklerim Kafa'ya... İyi pazarlar... :)
İyi pazarlar.
Silİyi akşamlar :)
YanıtlaSilNe kadar dolu dolu güzel bir yazı olmuş .
Hehehehe şansımı seveyim kütüphaneden son aldıklarım arasında
Barış Müstecaplıoğlu'nun korkak ve canavar kitabı da vardı .
Ve tabi ki kitabı okumayı öne çektim :)
Fantastik edebiyat :D sanırım buradan çok kitap ekleyeceğim listeme
Ben bağlantılı olduğunu düşünmeden önce bu seriyi sonra Perg'i okumuştum. Tabii Pergteki birkaç karakterin burda görülmesi ve ortak son dışında çok da bağlı değillerdi ama yine de sırasıyla okumak daha mantıklı. :D
Sil