Uzun bir aradan sonra geri dönüşümü edebiyatımızın günümüzü fazlasıyla iyi tasvir eden bir eseriyle yapmak istedim. George Orwell'ın ünlü eseri Hayvan Çiftliği biz Ortadoğu ülkelerinin coğrafyasına ve geleneksel kıssalarımıza uyarlanmış ve ortaya oldukça anlamlı bir eser çıkmış: Büyük üstat Yaşar Kemal'in onun neden büyük olduğunu daha iyi anlamamızı sağlayan eserlerinden biri, Filler Sultanı ile Kırmızı Sakallı Topal Karınca. Kitapta filler Ortadoğu'da hiç eksik olmayan dikta rejimlerinin hırslı yöneticilerini sembolize ediyor. Özellikle Arap coğrafyasında sık gördüğümüz yöneticileri hatırlattı bana. Karıncaların çalışkanlığını duyan filler sultanı gidip şehirlerini darmaduman ediyor. Sonrasındaysa ilk saldırıyı karıncaların yaptığını kendisinin tamamen savunmada olduğunu iddia ediyor. Karıncalardan başta itirazlar yükseliyor ama fillerin tekrar saldırmasından korktukları için evet biz suçluyduk diyorlar. Filler sultanı bunun üzerine kendi zararını karşılamaları için savaş suçlusu olarak ona bir saray yapmalarını ve ambarlarına yiyecek taşımalarını istiyor. Karıncaların filleri doyuracak kadar yemek toplaması bir de üstüne eşsiz saray yapması imkanın sınırlarını zorlasa da çaresiz kabul ediyorlar. Tek bir kişi hariç. Kırmızı sakallı topal karınca ben bu oyunu bozarım arkadaş diyor ve kaçıp gizli bir yere saklanıyor. Bizim filler sultanı bir taraftan karıncaları sonsuza dek kendi kölesi kılmak için planlar yaparken bir taraftan da Kırmızı Sakal tehlikesine karşı paranoyakça önlemler alıyor. Bu genel çerçeve bize gücün doğası üzerine önemli çıkarımlar veriyor. Buradan sonrası için uyarayım ciddi spoiler vereceğim ve eğer okumak istiyorsanız kitabı okuyup öyle dönün yazıma.
Öncelikle diktatörler ellerinde yıkıcı bir güç tutarlar. Animelerden örnek verirsek One Piece'de Dünya Hükümetini koruyan Deniz Kuvvetleri vardır. Full Metal Alchemist serisinde bu devlete bağlı simya denen büyüsel gücü kullanan resmi simyacı ordusu olarak karşımıza çıkar. Korku salmak özellikle 20. yüzyılın dikta rejimlerinde en önemli kısımdı. Hitler bunun en bilinen örneği. Bunun yanında İtalya'da Mussolini, İspanya'da Franco, Rusya'da Stalin ve Lenin başta olmak üzere tüm sovyet liderleri de sayılabilir. Her birinin güçlü bir ordusu vardı. Dünyaya hükmetme projeleriyle bilinen çılgın Amerika'mız ise Hiroşima ve Nagazaki'de kullandığı katliam silahıyla gücünü dünyaya kanıtlama ihtiyacı duymuştu. Bugünün dünyasında ordunun ve silahların gücü hala yadsınamaz. İkinci olarak bir lüks düşkünlüğü görüyoruz. Filler Sultanı'ndaki bu lüks düşkünlüğü bana en çok Arap liderlerini hatırlattı. Evet şaşalı saraylar tüm zenginlerde vardır ama Araplarda bu daha bir özentiliğe sonradan görmeliğe kaçar. "Batıda gökdelenler mi var biz daha büyüklerini yapalım, biz zenginiz o halde her yerde bunu göstermeliyim. Sıçacaksam ancak altından bir tuvalette kıçım rahat eder. Musluklar işlemeli altından olmalı. Onlardan daha iyi olmalı en iyisi bende olmalı...." Dikkat ederseniz sultan bir FİL. Bütün hikayelerde ormanların kralı olarak bilinen aslan değil. İktidarı ve gücü kendi küçük dünyasında daha yeni yeni tatmakta bu yüzden gösteriş konusunda hepsinden daha hırslı. Üçüncü olarak diktatörlerin etrafında hep korkulan bir öteki bir düşman vardır. Bundan daha önceki yazılarımda da bolca bahsettim. Uzağa gitmeden ülkemize bakarsak ne zaman bir kriz patlayacak olsa yükselen bir terör belası görürüz. Her gelen lider bazen ateşli bazense ılımlı söylemlerle terörü bitirme iddiasında bulunurlar ama ne hikmetse durgunluk dönemlerinin ardından tam halkın dikkatinin dağılmaya ihtiyacının duyulduğu zamanlarda aniden ortaya çıkarlar.Terör iktidarın en büyük düşmanı, korkusu olduğu gibi dostu ve gizli destekçisidir. Kırmızı karıncalar da böyle işte adları var kendileri yok, her şeyin merkezindeler ama fillerin tüm gücüne rağmen bulunamıyor yok edilemiyorlar. Tıpkı bizde tüm terör örgütlerinin içine devletlerin gizli gizli sızması ve yönlendirmesi gibi kitapta da sultanımız adamlarını yerini aslında gayet iyi bildiği kırmızı sakallıların arasına dahice bir planla sokuyor.
Gelelim Sultanın aldığı önlemlere. Diktatörler halk içinde kendine ve ideallerine sonuna kadar inanan ama buna rağmen bizzat halkın içinde olan bir kitle tarafından desteklenirler. Hitler ve türevleri gayet demokratik yollarla başa geçmişti. Son ana kadar bir çok şeye gözlerini kapatarak ona inanan ciddi bir seçmen kitlesi vardı. Sultanımız da bu ihtiyacı fark ediyor ki ilk emri şu oluyor.
Muradım şu ki karıncalar içinde bana bir karıncalar soyu bulacaksın. O karıncalar bana öylesine bağlı olacaklar ki benim öl dediğim yerde ölecekler, kal dediğim yerde kalacaklar. Bir de öylesine öteki karıncalara düşman olacaklar ki gözlerin önünde tekmil karıncalar ulusunu ezsem oh diyecekler. Bir de bize bağlı çok karınca bulacağız her tür karıncadan.
Böylece bir masal uyduruluyor. Karıncaların fillerden geldiği ve yeterince çalışıp filler sultanına hizmet ederse her bir karıncanın fil olacağı söyleniyor. Karıncalardan rahatına en düşkün hırslı olan beyaz karınca (termitler) soyunu ise ayırıp daha üstün tutuyorlar, daha rahat ettiriyorlar. Bu sadık kitle onların iktidarlarının bel kemiği oluyor. Bizdeki partilerin çekirdek seçmen kitleleri bunun çok iyi örnekleri. Fazla lafa gerek yok sanırım.
Gelelim ikinci önleme.
Zinhar, ilk işimiz karıncalara filceyi öğretmek olacak. Karıncaların kendi dilleri yoktur varsa da yetersizdir. Anladın mı? Varsa da üç beş sözcüktür. Üç beş sözcükle de bu dünyada yaşanmaz. Dünyada bir tek dil vardır. O da fil dilidir.
Dil toplumların çekirdeğidir, kimliğidir. Bu yüzden kendinden olmayan bir grup yönetilecekse ilk olarak saldırman gereken şey de onun dilidir. Batı bunu çok iyi bildiğinden sömürgelerine ilk olarak kendi dilini öğretmiş ve benimsetmiştir. Afrika ülkeleri kendi dillerini güç bela bozulmuş şekillerle konuşurlar. Yanındaki kabilenin lehçesinden anlamazlar ama sömürgeler çağında hangi ülke sömürmüşse onun dilini ana dilleri gibi öğrenmişlerdir. Nitekim dünya gücü olan Amerika sayesinde İngilizce bir dünya dili haline gelmiştir. Bugün bir yere gelmek isteyen her genç İngilizceyi öğrenmekte, babalarımızın nesli geçtikten sonra belki de en iyi bildiğimiz dil İngilizce olacak. Pek çok kişinin yabancı dilleri kendi dilinden üstün tuttuğu da bilinen bir gerçek.
Görüldüğü üzere filler Sultanı'nın dünyası bizden çok farklı değil bizim liderlerimizin yaptıklarının bir benzerlerini yapıyor. Nitekim bunları insanlardan görüp öğrendiğini de daha sonra bir nevi kendisinin Goebels'i olan istihbarat ve propaganda şefi kuşlar sultanı Hüthüt ile konuşmalarında itiraf ediyor. Yazar bu noktada hiçbir hayvanın insanın yaptığından daha kötüsünü yapamayacağını da vurguluyor. İnsanların neden böyle olduğunun açıklaması ise ilginç.
Ben insanları çok iyi bilirim. Onlarda bir Süleyman vardı, bütün yaratığın dilini bilir sihirbaz bir kişiydi. Onun gününden beri biz insanlarla birlik olduk. Ben onlara bildim bileli nereye burunlarını sokmuşlarsa berbat etmişlerdir. Çok övüngen yaratıklardır. Bir yaparlarsa bin övünürler. Sonra da kendilerini evrenin kilidi sanırlar. Hepsi de az çok delidirler. Sonra da o insanlar var ya bizim gibi değildir. Onlar ölümlüdürler ve ölümlü olduklarını bilip ölüm karşısında delirmişlerdir. Bu yüzden doğaya kendi kendilerine, yıldızlara her şeye kinle bakarlar. Sevgileri tükenmiş, sevmeyi unutmuşlar, yaşam sıcaklığını yitirmişlerdir. Şimdi bu sarayı bu tahtı görsünler ya yıkar bozar yerle bir ederler ya da durmadan birbirlerine satarlar. Senin bu güzel sarayın görkemli tahtın onlar için salt bir satış aracı olur.Onlar bir güzelliğe, bir yıldıza, güzel bir hüthüt dişisine, bir kuğuya, bir cerene, içleri sıcacık sevgiyle dolarak bakmazlar.
Hayvan Çiftliği'nde domuzlar insanlardan bir şeyleri örnek ala ala sonunda ağır ağır insanlaşıyorlar ve sonunda insanla domuzlar ayırt edilemez oluyorlardı. Bu kitabın sonlarında da sultanımız benzer bir duruma düşüyor. O kadar ki sonunda insanların korkusu olan ölüm onun da korkusu oluyor. Bu korku büyüyor derinleşiyor ve onu hatalara sürüklüyor. Bu noktadan sonra adım adım düşüşüne tanıklık ediyoruz. Ülkesini ciddi bir tembellik hastalığı sarıyor. Bu kitapta mizahi bir şekilde kıçı ağaca dayayıp kaşıma alışkanlığı ile anlatılmış. Ben bunu Arap tembelliğinin komik bir tasviri olarak görmüştüm. Daha sonra Adanalı bir arkadaşımdan bunun orada yerel bir alışkanlık olduğunu duydum. Zaten kitap fazla fazla biz dediğim gibi. Sultanın buna tepkisinin sert olması ilk büyük hatası oluyor. Karıncalar karıncalıklarını hatırlıyorlar bu da içlerindeki memnuniyetsiz tarafı körüklüyor. En sonunda toparlanan karıncalar sultanı alt etmenin yolunu buluyorlar ama bunun nasılı da kitabın sürprizi olarak kalsın.
Şu günlerde bazı gerçeklerin net görülmesi için okunması, okutturulması gereken bir kitap. Masumların kanının daha fazla akmaması dileğiyle...
Hoşgeldin Lord,özledik.
YanıtlaSilBu kitabı okuyamadım, aldım ama bir türlü gitmedi. Güzel bir özet olmuş, teşekkürler.
Sömürünün hikayesi hep aynı. Gözümüz açılacak mı bilmiyorum.Umut giderek zayıflıyor içimde.
Anlatım dili bizim eski türk masallarının falan havasında yazılmış. Günümüz kitaplarına göre farklı geliyor. O yüzden herkese gitmez evet. Özel ilgim olduğundan böyle önemli kısımları aradan ayıklaya ayıklaya okurken ne zaman bitti anlamadım ben.
Sil