Anneler çocuklarını her zaman en çok düşünen en bağlı olanlardır. Doğum sırasında ve sonrasında bazı bunalım geçirenleri dışarıda tutarsak hayatı boyunca hormonları onu doğuma ve çocuğunu büyütecek sabra, sevgiye hazırlar. Adet döngüsü doğumun bir provasıdır ve bir belgeselden öğrendiğim kadarıyla da doğum sonrası ilk göz kontağı kurulduğunda da aradaki sevgi bağı biyolojik olarak oluşur. Bu yüzden anneler evlat sevgisini öğrenmeye gerek duymazlar içlerinde bir yerde hissederler. Bu doğalarında vardır. Ancak babalık daha farklıdır. Babalarda bu çeşit hormonal bir hazırlanma yoktur sadece karşı cinse karşı beslenen bir arzu vardır. Bu yüzden yaşamı veren öz babanın içinde olsa bile babalık sonradan öğrenilen bir durumdur. Babalık ciddi bir iştir, ataerkil toplum olduğu düşünülürse hele hayatınızı düzene sokmanız ve giderek büyüyen masrafları karşılamanız sizden beklenir. Annenin de çalıştığı durumlarda bile para kasası baba görülür. Bazıları babalığı burada bitirir. Bebekken her varlık güzeldir küçüklüğünde baba için çocuk akşamları sevilip oynanacak bir varlık olur, büyüdükçe ise uzaklaşır ve bazen sadece parasal yükümlülüğü karşılamanın yeterli olduğunu düşünür. Geri kalan tüm sorumlulukları anneye bırakır. Bu biraz toplumsal bir olgu. Küçük bir devlet gibi yapılanmış ataerkil geniş ailede baba olmak bir liderlik vasfı yürütüyordu. Otorite figürü olmak için sert olması gerektiğini düşünüyor ve belli bir saygı bekliyordu. "Babaya karşı gelinmez." olgusu bunun bir kanıtı ya da çocukların kötü alışkanlıklarını babadan gizlemesi, önünde rahat oturmaması gibi bir çok gereklilik de mesafeleri artırır. En sonunda bir diziye de isim olmuş "En son babalar duyar" durumu oluşur. Tabii modernite arttıkça biz gibi geç modernleşen ülkelerde bile bu durum yavaş yavaş azalmaktadır. Tabii babaları tek bir tiplemeyle özetlemek mümkün değil.
Pek bilinen bir resmi olmasa da yanda Zaman Çarkı'ndan Tam Al'thor'un oğlu ve serinin baş kahramanı Rand'ı bir savaş sırasında Ejder dağı eteklerinde buluşunu görüyoruz. Tam onun gerçek babası değildir ki bu klişe bir durum. Baş karakterlerin acılı hayatı öksüz olarak başlar. Animelerde, Luffy, Natsu, Naruto ailelerini kaybetmiştir.Ama baba yerine geçen bir figür hep hayatlarında olur. İşte Tam böyle biri. Bilgeliğiyle Rand'a karanlığa düştüğünde çıkmasını sağlayacak öğütler veren görmüş geçirmiş bir baba figürü görüyoruz. Bir şeye odaklanmak için zihnini dolduran her şeyi yine zihninde yarattığın bir ateşe atmak gibi kendim uygulayınca da işe yarar bulduğum fikirleri var. Kitaplarda böyle bilge baba figürlerini seviyorum. Rand uzun süre ondan uzak kalır ama son savaşa giderken yine onunla görüşecek ve son bir ders alacaktır.
"Seçimler her zaman neyi yapacağın hakkında değildir oğlum, onu neden yaptığın hakkındadır."
Bilgece laflarından biri.
Engelsiz Yaşam yazımda da bahsettiğim bir baba tiplemesi var ki fedakarlığın kitabını yazarlar. Sam daha önce de bahsettiğim gibi bir çocuk zekasında otistik bir adam karısı çocuktan sonra muhtemelen gelecek kaygısı yüzünden bunalıma giriyor ve çocuğu bırakıp kaçıyor. Çocuğa hem anne hem baba olmak da Sam'e düşüyor. Filmin sorguladığı soru zeka geriliği olan bir engelli bunu ne kadar başarabilir. Eh Sam'in bu konuda bir çok babaya ders verecek kadar başarılı olduğu çok açık. Kaldı ki zaten filmdeki avukar kadın karakter ondan iyi bir annelik dersi alıyor. Sam bir kere çocuğu ile gerçek anlamda ilgilenen bir baba. Oyunlar oynuyor, her daim sevgisini gösteriyor, onu anlamaya çalışıyor. Diğerleri gibi yapmacık bir şekilde yapmıyor bunu üstelik değme bilinçli ailelere taş çıkaracak bir iletişim kuruyor. Örneğin filmin bir karesinde çocuklarının yaptıkları bir sunumu izliyor aileler. Başka bir baba çocuğuna sürekli baskı kurup onu gererken düzeltmeye çalışırken. Sam sadece destek oluyor yapabileceğini söylüyor ve bu çok daha etkili oluyor. Mahkemede jürinin çocuğunun eğitiminde yardımcı olamayacağını maddelere eklemesi de bu anlamda trajikomikti. Bir ebeveynden beklenmesi gerekeni veriyor Sam. Belki de bu yüzden anlaşılmıyor. Çocuğu elinden alınmak isteniyor. Sam bu konuda sonuna kadar savaşıyor kızı için kendi sınırlarını sonuna kadar zorlayan bir baba görüyoruz. Yukarıda söylediğim hormonlarla ilgili tüm lafları unutturan cinsten bir baba.
Bir de klasik Türk babası dediğimiz eve para getiren, çocuklarıyla iletişimi hem yoğun iş saatleri hem de yukarıda bahsettiğim o babaya karşı kapalı tutumumuz sayesinde çocuklarının her şeyini bilen bir baba değildirler. Sıklıkla onları yanlış yargılarlar ama özünde elbette ki severler. Seksenler zaten klasik eski Türk toplumunu göstermek adına yapılmış bir dizi ve Fehmi Baba da dizide bu baba tiplemesini çok başarılı bir şekilde veriyor. Seksenler özellikle Özal sonrasında bir geçiş dönemi niteliğinde. Kızının aşık olduğu adamı beğenmiyor ve bu tip durumlara da alışık değil. Ama yine de sonunda onun için istemese de rıza gösteriyor. Oğlu Çağatay'ı sürekli tembelliği yüzünden eleştiriyor ve onun uğraşı olan yazarlığı tipik bir bakışla gerçek bir iş olarak görmeyip başta engellemeye çalışıyor. Ama zaman zaman yine babalık damarı tutup ona da sevgisini gösteriyor yazdıklarını okuyup yer yer duygulanıyor ya da taktir ediyor. Bu anlar çok kısa olsa da değerli anlar. Fehmi baba toplumun ona biçtiği rollere göre davranıyor çünkü bildiği tek babalık şekli bu ama sevgisiyle yumuşuyor. Bunu bu kadar bile göstermeyen babalar da var. Öyle ki evlatları hiç sevilmediğini düşünüyor daha da kopuyorlar. Bunların bir de evlatlarından vazgeçemeyen türleri vardır ki evlere şenlik.
Babaların gelenekler tarafından sıkıştırılması konusunda ilgimi çeken bir diğer örnek de Fiddler on the Roof filmindeki baba figürü. Film yahudi kültürünü anlatmak üzere oluşturulmuş. Ünlü "Ah bir zengin olsam" şarkısının orjinal hali de bu mizikal filmde geçiyor. Buradaki baba figürünün özelliği şu. Yahudi toplumu filmde bakıldığı zaman gelenekler bakımından bizden çok farklı değil. Görücü usulü vs aynen var. Babanın kızları evlilik çağına gidiyorlar. Bulunan kısmetlerle değil kendi istedikleriyle evlenmek istiyorlar. İlki fakir bir çocuk seçiyor babamız bunu karısına kabul ettirebilmek için bir rüya uyduruyor. Bunun atalarının ve Tanrı'nın buyruğu gibi görünmesini sağlıyor ve kızını geleneklerin baskısıyla yanlış bir evliliğe sürüklenmekten kurtarıyor. Bir diğeri ise dozu artırıp Yahudi olmayan biriyle evlenmeye kalkıyor. Eh bu her türlü çıkış bulunamaz bir şey reddediyor elbette ama yufka yüreği ile yine de o kadar sert olmuyor. Sürekli gölgelerde kalsa bile her şeyi bir anne kadar iyi toparlamasını fazlasıyla ilginç ve hoş bulmuştum.
Uzun lafın kısası ebeveynlik dünyanın en zor sorumluluğudur. Bu yüzden babalarımızı ne kadar sevsek az. Ama bir ebeveyn zamanında ejderha mızrağında Caramon'un da hem fikir olduğu şeyi asla unutmamalı. Bizler çocuklarımızı yaşlılığımızda baksınlar diye değil, bizim gerçekleştiremediğimiz hayallerimizi yaşatsınlar diye değil, bizi temsil etsinler adımızı yüceltsinler diye değil, sürekli yanımızda olsunlar diye hiç değil bizi terk etsinler diye büyütüyoruz. Evet her çocuk aileyi terk edecek. Aile o güne çocuğu hazırlamak zorunda çünkü hiçbir çocuk bak böyle bir dünya varmış ineyim diyerekten çıkmadı dünyaya. Onlar iki kişinin ilişkisinin bir meyvesi olarak dünyaya atıldılar. Bunun sorumlusu da anne ve babadır. Çocuk onlara bakmasa bile yaşam için hazırlamak bir ailenin boynunun borcudur. Bunun altından kalkamayacak olanın hali sokaktan bir kedi ya da köpek alıp eve kapatıp onu vahşi yaşamdan koparıp öğrenmesi gerekenleri öğrenmesine engel olduktan sonra sıkıldığında dışarı bırakarak onu muhtemel bir ölüme terk etmeye benzer. Dünyadaki en büyük insanlık suçu da budur.
Sizin bildiğiniz, baba tiplemeleri varsa yorumlarda belirtin. Konuşmak hatırlamak güzel olur.
Terk etsin diye mi büyütüyorlar bu fazla acımasız olmamış mı amaa yani sonuçta aynı şehirde aynı mahallede hatta aynı apartmanda olmak her gün görüşebilmek bu terk etmek sayılır mı ?tamam hiçbir şey çocukluktaki gibi değildir yemek masasında her daim ya bi kişi eksik ya da bi kişi fazladır ama yine de birliktedirler öyle olmalıdırlar çünkü insanın başına bir şey geldiğinde nerede nasıl olursa olsın önce ailesi yanında oluyor en önemli faktör bu :)
YanıtlaSilOrada çocukları tekrar uğramadıkları için üzülenlere biraz şeytanın avukatlığını yaptım. Daha doğrusu aileleri dramatize etmek yerine olaya tersten çocuk doğurmanın verdiği bir sorumluluk olarak baktım. Elbette bir evlat ailesinden tümüyle kopmamalı ama bazı aileler var ki ondan kopamıyorlar. Hele Türkiye'de durum daha fazla trajikomik.
SilDüşünün bazılarının çocuklarıyla aralarında
"Bir gün beni unutursun."
"Unutmam ya niye?"
"Büyüyünce unutursun. Karın/kocan olur onu görünce unutursun."
"Evlenmeyecem işte unutmayacam da..."
Böyle çocuk ağlatan aileler var o anı kabul etmedikleri için. Böyle bir çocuk büyüyünce cidden hala bağımlı kalıyor. Hatta kaynana hikayelerinin kaynağı da bu oluyor. Arada kilometrelerce mesafe olsa da kadın oradan etkileyebiliyor. Bu bazı uç durumlarda patolojik sonuçlar doğuruyor.
Biraz çocukları hayata bırakmaya koruyucu elimizi çok da üzerinde tutmamaya ihtiyaç var. Terk etmek sert bir sözcük evet ama ciddi anlamda onların artık size bağlı olmayıp ayrı bir yaşam yaşayacakları günün geleceğini öngörmeli insan. Daha çocuğu bile olmadan bunun farkına varmalı. Ne bileyim onlar bana bakar nasılsa diye yaşamamalı ya da ayrı eve çıkıldığında her gün aramak falan yerine kendine yeni bir yaşam kurabilmeli. Çocuk yetiştirmede temel görev birey olacağı güne hazırlamak ve bunu ona borçlusun zira bu dünyaya sen bıraktın onu. Kollarındaki içine çektiği ilk oksijenle ağlayan o çocuğu bir erkeğe ya da hanımefendiye çevirip hayata bırakmak görevin. Bu da çok ciddi bir görev zira özellikle ilk 6 yılda çocuğun tüm karakteri oturuyor. Verdiğin tuvalet eğitiminin bile büyük anlamları var. Zaten siz onlara hep sevginizi verdiyseniz sizi unutmayacaktır.
Ahahaha :) şeytanın avukatlığı evet kelime tam anlamıyla doğru yerinde bir tespit olmuş
SilBazen de o tarif ettiğin diyaloğun tam tersi oluyor , çocuk anneye evlenince siz olmayacak mısınız şimdi ayrılacak mıyız biz gibisinden ajitasyon yapıyor ( kendimden biliyorum :D ) sanıyorum genelde babadan çok anne ile kız arasında oluyor bunun sebebi de gerek fizyolojik gerekse geleneksel olarak kızlar anneye daha yakın. Kaldı ki en modern ailelerde bile önemli şeyler babaya hep anneler vasıtasıyla aktarılmaz mı zaten :)
Sen çok doğru şeyler söylemişsin de işte uygulamaya gelince insan evlat rolünde de olsa ebeveyin rolünde de olsa zor oluyor en azından ben de öyle , acaba çocuk ile aile arasında hep söylenilen arkadaş gibi olma ilişkisinin dozunu fazla kaçırmamak mı lazım her şeyin fazlası zarar derler ya fazla arkadaş gibi olunca da anne baba ile çocuğun kopması daha bi zorlaşıyor sanki , bilemedim
Anne ile olan o yakınlıktan yazıda da bahsetmiştim zaten. Hani sizlerin elinde olan bir şey de değil illa ki hormonlar o bağı oluşturuyor siz de üstüne aranızdaki ilişkiyi kuruyorsunuz.
SilArkadaş gibi olmak şu açıdan da dikkat edilmesi gereken bir durum. Otorite olmanız gereken durumlar var. Hani nazı geçiyor diye kafasına göre davranabilir. Bu da sıkıntı yaratır. Ama ayrılık konusunda çocuğu buna alıştırmak önemli. Ben de kendimden rol biçeyim. Ailem biraz fazla üstüme düşerdi benim ve hani üniversiteye gittiğimde bile yapamaz falan diye benimle geldi. Şimdi iş bulup ayrı bir hayat kuracağım yıllardayım sadece ondan ayrılması değil hayata atılmak sorumluluklar da zor geliyor. O yüzden çocuğu hayata alıştırmak da çok önemli hani. Bu küçük küçük ekmek almalara göndermekle başlar sonra parklarda falan sıkıca tembihledikten sonra hareket alanı tanınır. Bir şeyleri kendi yapmasına izin verirken sorumlulukları artırılır. Ne bileyim belki küçük bir işe sokulur hayatı öğrensin diye. Ama alıştırılmalı çocuk. Ona özgürlük tanıdıktan sonra arkadaş olmakta problem yok. Ama her anını sen doldurmak istersen, başına bir şey gelir diye onu sürekli gözünün önünde tutarsan işte o zaman sıkıntı.
https://www.youtube.com/watch?v=hzguRfVtKGU
SilAslında her şey boş. İşin özü şöyle bir baba anne olmayın da ne olursanız olun.
O artık uç nokta zaten öyleleri anne baba değil olamaz aslında ceza verilmesi gerekiyor ama malesef böyle bir yaptırım yok
SilHer anını doldurmak evet bunda dikkat edilmesi gerekiyor , üniversitede benim de yanımda gelmelerini isterdim açıkcası ama gelmediler gerçi şuan bulunduğum şehre de gelsin istiyorum yine gelmiyolar ben de mi var acaba sorun :D
Sadece biraz bağımsızlık istiyorlar işte. Zorlukları olmasına rağmen öğrenci evinde falan kafaları daha rahattır.
SilBabalığın kitabını yazmışsın, harika olmuş... :)
YanıtlaSilYeri gelmiş madde ekleyelim.
''babasını öldürmek'' deyimi, babayı gerçek anlamda öldürmek değil, hayata yaklaşımda anadan babadan öğrenilen tüm bilgilerin sorgulanması ve icabında yanlış olanların aşılabilmesidir. Bu anlamda herkes babayı öldürmelidir...
Cümle olarak biraz sarsıcı... Ama derin anlamlar içeriyor :/
Herkes ergenliğinin bir döneminde bunu yaşıyor evet. Ebeveynlerini sorgulamaya başlıyor onları eleştiriyor hatalarını söylüyor falan. Sonra hiç hissetmediği o baskı ve sınırlanmışlık gelir üstüne en sonunda kopmaya ihtiyaç duyar. Zaten olgunluk denen şey de bağımsız olmakla başlar. Ama o araf dönemi var ya iş bulma, yaşamını toparlama aileden uzak olmaya alışma bazen oldukça sıkıntılı olabiliyor. İyi biliyorum.
SilCanım sıkıldı yine geldim... Baktım yeni yayın yok yine buna yorum yapayım o zaman :)
Silİnsan ruhu özgürlük sınavının en ilk ve en önemlisini ana-babaya karşı verir. Ana babasının Dünya'nın en mükemmel iki insanı olmadığını kabullenmek her babayiğidin harcı değildir... Çünkü bu aslında kişinin kendi egosu ve mükemmel olmayışı gerçeğiyle yüzleşmesinin ilk adımıdır. Deyip kaçayım yine :D
Güzel dedin. Her kelimesine katılıyorum.
SilSevgili Lord, okumakta zorlandığım bir yazı oldu; noktalama işaretleri ve cümleler arası kopukluklar yüzünden. Acele yazılmış olabilir mi bu yazın?
YanıtlaSilBu yil ilk kez babalar gününden gına geldi. Bu vesileyle ''biz mutluyuz kiiiiii'' (!) demeyen kadın (erkek bir kaç kişi ancak vardı) kalmamıştı. Sosyal medya sağolsun , kadınlar teşhirin dibine vuruyor. Nedir bu hastalık? Mutluyum demeyince mutlu olunamıyor mu artık?? Millet babasına methiyeler düzmeye, şiir yazmaya doymadı dün.
Çocuk ve Ebeveyn diyorsanız Halil Cibran o mevzuyu yıllar önce özetlemiş; buyrun:
Çocuklarınız sizin çocuklarınız değil,
Onlar kendi yolunu izleyen Hayat'ın oğulları ve kızları.
Sizin aracılığınızla geldiler ama sizden gelmediler
Ve sizinle birlikte olsalar da sizin değiller.
Onlara sevginizi verebilirsiniz, düşüncelerinizi değil.
Çünkü onların da kendi düşünceleri vardır.
Bedenlerini tutabilirsiniz, ruhlarını değil.
Çünkü ruhlar yarındadır,
Siz ise yarını düşlerinizde bile göremezsiniz.
Siz onlar gibi olmaya çalışabilirsiniz ama sakın onları
Kendiniz gibi olmaya zorlamayın.
Çünkü hayat geriye dönmez, dünle de bir alışverişi yoktur.
Siz yaysınız, çocuklarınız ise sizden çok ilerilere atılmış oklar.
Okçu, sonsuzluk yolundaki hedefi görür
Ve o yüce gücü ile yayı eğerek okun uzaklara uçmasını sağlar.
Okçunun önünde kıvançla eğilin
Çünkü okçu, uzaklara giden oku sevdiği kadar
Başını dimdik tutarak kalan yayı da sever.
Şu sıralar yazı yazmak için vakit bulamıyorum. Koşuşturmacalar var hayatımdaki bazı sıkıntılar odaklanmamı engelliyor. Doğrusu görememiş olmalıyım bazı şeyleri. Bir dahaki yazılarımda dikkat edeceğim ilginiz için teşekkür ederim.
SilAile konusu ciddi bir sorumluluk dediğim gibi. Herkesin mutlu ya da hüzünlü anları oluyor ailesiyle ilgili ama işte küçük şeylerin büyük sonuçları oluyor. Ama bu özel günler güzelliklere odaklanma üzerine oluyor genelde hani mutluyuz ayaktayız birlikteyiz reklamı dediğiniz gibi. Ki iş kendini reklam etmeye ve sosyal medyaya gelince başlı başına yazı yazılır bundan.
Babalar gününe özel bir yazı olmuş..İyi derlemeler seçmişsiniz..Elinize sağlık..İyi dileklerimle..
YanıtlaSilTeşekkürler.
Sil